Kırılan
Yalnız gezmenin en kötü tarafı sanırım başkalarına fotoğraf çektirmeye çekinmen ve eğri büğrü, hepsi ayrı bir ziyan fotoğraf çekmeye kastırman. Tek elle fotoğraf makinesini çekerken, diğer elin salınabilir, aynı zamanda daha önce hiç bu kadar mutlu olmamış gibi kadraja gülümsersin: yalnızsın ulan ne mutluluğu. Mutluluğun gerçek olup olmadığına bakmak için tek başına fotoğraf çektirenlere bakınız. Eğer fotoğraf sonrası hala biraz tebessüm varsa çekilen fotoğrafa bakarken, gerçekten de mutludur. Aksine tek başına fotoğraf çektirenler zaten bakmıyorlar o dakikada çekilen fotoğrafa. Gerçi facebookun bir önem arzettiği günümüzde, güzel bir fotoğraf upload edebilmek için illaki bakmak gerekiyor. Tamam, sözümü geri alıyorum, çoğunluk genelde bakıyordur. Geçende tek başıma Chicagoyu turlarken başka tek başına bir vatandaş kendi fotoğrafını çekmeye çalışıyordu. Oradan aklıma geldi bu. Maalesef insanlık edip adamı gazaptan kurtarmak için fotoğrafını çekebileceğimi teklif etmedim. Düşündüm ama etmedim işte...
Chicagoda bir ben klasiği olarak yine montumu kaybettim. Çocukken de aynısı olmuştu. McDonaldsta unutmuştum yeni aldığımız montu. Kış kış soğukta kalmayayım diye, annem sinirli sinirli yeni bir mont almıştı. Kesinlikle hafıza sorunum var - bazıları da bir şeyleri hatırladığımda, 'bu kadar detayı nasıl hatırlıyorsun?' diye şaşkın şaşkın sorardı. Şaşılacak şey aslında... Ben unutkanımdır halbuki...
Neyse... Atilla Atalay'dan bir hikayeyi buraya yapıştırıyorum. Uzun biraz...
KIRILAN
Kirik kalpleri götürürsün pesinden, çocukken yarim biraktigin ekmekler gibi, ardinsira kosarlar. olmadık bir zamanda kendilerine dair şarkıyı kulağına fısıldar herbiri. duymam artık sanarsın, dudağın o bildik melodiye hüzünle eşlik ederken, sen içindeki boşluğu bir başka boşluğa savurup avunursun. kendi kirikligini bir baskasinin pesine takinca suskun ve çaresiz, belki, o zaman...
"büyürüm di mi. anlarim hanyayi konyayi. vay be, derim, bööleyken bööleymis megersem. çok iyi yaa. sen ayricaliklisin simdi, ne güzel, tüm bunlari biliyorsun... birak, ben de kendi kendime ögreniyim. "
Sana daha neler söyledim, daha nasil yaraladim, simdi hatirlamiyorum. Oysa, kirici olmamak için muzo' dan dersler almistim. "Ben sana layik degilim" yollari yapicaktim. "Kafam karisik, kendim bile anlayamiyorum, ben galiba dengesiz birisiyim" filan diycektim. Final, "seni incitmek istemiyorum" cümlesi olacakti. Daha nasil inciticeksem artık. Oyle demistim. sen, susup kalbini pesime taktin. Ilk ardima baktigimda yok sanmistim... Yazdigin mektuplar, siirlerin, anlamlar yükledigimiz deniz kabuklari, küçük taslar filan, alayina sindirella'nin gece tarifesini açtim. Zaman dolmustu, her birinin tilsimi gitmisti, tas, bildigin tas; kabuk, cümle denizlerin, hatta okyanuslarin en siradan kabuguydu. Her dalga getirip atardi onlardan insanin önüne. Siirlerin, geyik masalarina meze oldu...
Utanmadim, "bunlari bana yazmisti" diye anlatip; üstüne en alçak rakilardan içtim. Senden bana, "kendini dagitti" diye haberler getirdiler... Dagilan bendim, anlayamadim; onlar, hiç farketmediler...
Bana "ay, kendimi taniyamiyorum" dedi. "Nasil bu kadar sogukkanli olabiliyorum, hayret bisey". Daha fazla içmiyim diye bira bardaginin agzini kapatti. "Sen elinden geleni yaptin" diye sürdürdü. "Ben olsam, çok fena kirilir, bir daha beni aramazdim" dedi. Belki kabus görüyorumdur, diye kalkip tuvalete gittim. Bu kiz muzo'yu taniyor olamazdi. Yoksa, muzo'nun "insan bitirme" teknikleri, üniversitelere seçmeli ders olarak konmustu da benim haberim mi yoktu? Döndügümde, "bari sen söyle niye aniden sana karsi bisey hissetmez oldum. Oysa iliskimiz daha yeni. Neden acaba. ben ööle çok psikoloji kitabi okumadim" dedi. Aklimdan, patlican sicaklari, habitat sonrasi düsülen kentsel iletisim boslugu, günesteki kara lekeler, ebabil kuslarinin baskentin çesitli yerlerine yuva yapmaya basladigi ve bunun bir kiyamet alameti olduğu gibi anlamsiz bir yigin neden söylemek geçti... Gülerdim, gülerdi, ben ölürdüm...
"Cok güzel şeyler yasadik." dedi. "Adeta bir mucizeydi. Oyle mutluydum ki, herkes bana bi tuhaf bakiyordu. Dün, firuze'ye anlattim durumu, bittigine çok sasirdi"... Yaa, demek çok sasirdi firuze. Sen de onunkine sasirirsin vakti gelince. Oööle geyikleyip gidersiniz hayat boyu, daha durun bakalim, birbirinize anlaticak kaç hikayeniz olucak. Ben, konu mankeni olarak bulunuyorum zaten hayatinizda. Firuze kim, bilmem etmem. Ama muhtemelen bu olup biteni benden daha iyi anliyodur. Sen konus firuze, ben de ööle çok psikoloji kitabi okumadim hayatta. Nedir simdi bu olup biten, ben neresine düsüyorum? Belki de bu firuze, muzo' nun disi olanidir.
Simdi, yüzünde, ayagina kizgin ütü düsürmüş gibi acili bir ifadeyle ayrilik replikleri attigi bu kafede ilk bulustugumuzda, "bana olan duygularini" anlatmisti... "emin misin?" diye sordum, ilkten, " insan yasamda neden emin olabilir ki" anlaminda biseyler söyledikten sonra, "igrençsin" demisti, "neden durduk yere seni kirmak talebiyle yasamina giriyim ki, nasi yani ööle anlik bisey, sen beni ne saniyosun?" Gözlerinden, inanmamam gerektigine dair seyler okuyordum ama, galiba, yillar öncesinin laneti kalkanlarimi asagiya çekiyordu. belalara karisma, vurulup düsme sirasi bana gelmisti. Yildizsiz, hilâlli bir gecede, bir tuhaf ses, israrla adimi okuyordu.
"Biliyorum, benim baslattigim bu iliskide, yine ben daha mesafeli davranabilirdim. Simdi bu kadar kirilmazdin belki. Ama bunu ben seçtim. O sirada içimden gerçekten ööle geliyordu"... O konusuyor, söz konusu kizgin ütüden benim ayaklarima da düsüyor, bogazimda petrol yüklü tankerler ardi arkasina infilak ediyor. Kilavuz kaptan içimden bir kaç sözcük geçirmeye çalisiyor, daha dudaklarima ulasmadan kül olup gidiyorlar. Oysa, "demek senin seçimin haa" demek istiyorum. "Baska hos seçimlerin var mi peki? Ornegin içi yavru dolu bir kus yuvasinin üstünde ziplamak ister misin, akvaryumda dolasan kirmizi baligi yutmak? oynarken, canini yakmak istedigin baska bir canli türü var mi?" Birileri kafenin dekorlarini söküyor sanki, muzo ile firuze oyunu seyredip bitirmisler, yerler çekirdek kabuklari, frigo kagitlari, burusturulmus sira numaralariyla dolu. Perdeyi güveler yiyor. sigara benim, dekor degil, yanimda getirdim, garsona kaptirmayip cebime atiyorum. "Neyiniz vardi" diye soruyor garson, o, "ne istedigimi bilmiyorum" diyor, garson, "hangimiz biliyoruz ki " diye söyleniyor. Ben konusamiyorum ya; garson, oyun bitsin diye benim laflarimi da söylüyor. Bir güve gelip, perdenin hepsini yiyip bitirdiklerini dolayisiyla bos yere perdenin inmesini beklememiz gerektigini anlatiyor... Ya da bana öyle geliyor.
Arabadan inerken, "sen yine de beni tanidigin için o kadar mutsuz olma" diyor, peki, olmam. Istedigimiz zaman birbirimizi arayabiliriz. Hatir felan sormak için yani. "iki medeni insan gibi"... Tabi, ben bir kertenkeleyim ya, kopan kuyrugum yeniden çikinca ararim seni. Korkma sen ama, aziz dostun, "eks sevgilin" kertenkele, kellesini vurup yerden yere, kendisini dagitmaz. "Hadi, sen de kendine iyi bak. "
Kapısı kapanınca, arabanin içindeki isik da söndü. Simdi, her yer karanlik. O, apartmanin kapisina dogru kus gibi hafiflemis yürüyor. Karanlikta, pesinden piti piti kosan küçük bir seyi farketmiyor. Belli ki henüz bilmiyor. Oysa, "kirik kalpleri götürürsün pesinden. çocukken yarim biraktigin ekmekler gibi, ardinsira kosarlar."
Atilla Atalay - Menekse Istasyonu
Chicagoda bir ben klasiği olarak yine montumu kaybettim. Çocukken de aynısı olmuştu. McDonaldsta unutmuştum yeni aldığımız montu. Kış kış soğukta kalmayayım diye, annem sinirli sinirli yeni bir mont almıştı. Kesinlikle hafıza sorunum var - bazıları da bir şeyleri hatırladığımda, 'bu kadar detayı nasıl hatırlıyorsun?' diye şaşkın şaşkın sorardı. Şaşılacak şey aslında... Ben unutkanımdır halbuki...
Neyse... Atilla Atalay'dan bir hikayeyi buraya yapıştırıyorum. Uzun biraz...
KIRILAN
Kirik kalpleri götürürsün pesinden, çocukken yarim biraktigin ekmekler gibi, ardinsira kosarlar. olmadık bir zamanda kendilerine dair şarkıyı kulağına fısıldar herbiri. duymam artık sanarsın, dudağın o bildik melodiye hüzünle eşlik ederken, sen içindeki boşluğu bir başka boşluğa savurup avunursun. kendi kirikligini bir baskasinin pesine takinca suskun ve çaresiz, belki, o zaman...
"büyürüm di mi. anlarim hanyayi konyayi. vay be, derim, bööleyken bööleymis megersem. çok iyi yaa. sen ayricaliklisin simdi, ne güzel, tüm bunlari biliyorsun... birak, ben de kendi kendime ögreniyim. "
Sana daha neler söyledim, daha nasil yaraladim, simdi hatirlamiyorum. Oysa, kirici olmamak için muzo' dan dersler almistim. "Ben sana layik degilim" yollari yapicaktim. "Kafam karisik, kendim bile anlayamiyorum, ben galiba dengesiz birisiyim" filan diycektim. Final, "seni incitmek istemiyorum" cümlesi olacakti. Daha nasil inciticeksem artık. Oyle demistim. sen, susup kalbini pesime taktin. Ilk ardima baktigimda yok sanmistim... Yazdigin mektuplar, siirlerin, anlamlar yükledigimiz deniz kabuklari, küçük taslar filan, alayina sindirella'nin gece tarifesini açtim. Zaman dolmustu, her birinin tilsimi gitmisti, tas, bildigin tas; kabuk, cümle denizlerin, hatta okyanuslarin en siradan kabuguydu. Her dalga getirip atardi onlardan insanin önüne. Siirlerin, geyik masalarina meze oldu...
Utanmadim, "bunlari bana yazmisti" diye anlatip; üstüne en alçak rakilardan içtim. Senden bana, "kendini dagitti" diye haberler getirdiler... Dagilan bendim, anlayamadim; onlar, hiç farketmediler...
Bana "ay, kendimi taniyamiyorum" dedi. "Nasil bu kadar sogukkanli olabiliyorum, hayret bisey". Daha fazla içmiyim diye bira bardaginin agzini kapatti. "Sen elinden geleni yaptin" diye sürdürdü. "Ben olsam, çok fena kirilir, bir daha beni aramazdim" dedi. Belki kabus görüyorumdur, diye kalkip tuvalete gittim. Bu kiz muzo'yu taniyor olamazdi. Yoksa, muzo'nun "insan bitirme" teknikleri, üniversitelere seçmeli ders olarak konmustu da benim haberim mi yoktu? Döndügümde, "bari sen söyle niye aniden sana karsi bisey hissetmez oldum. Oysa iliskimiz daha yeni. Neden acaba. ben ööle çok psikoloji kitabi okumadim" dedi. Aklimdan, patlican sicaklari, habitat sonrasi düsülen kentsel iletisim boslugu, günesteki kara lekeler, ebabil kuslarinin baskentin çesitli yerlerine yuva yapmaya basladigi ve bunun bir kiyamet alameti olduğu gibi anlamsiz bir yigin neden söylemek geçti... Gülerdim, gülerdi, ben ölürdüm...
"Cok güzel şeyler yasadik." dedi. "Adeta bir mucizeydi. Oyle mutluydum ki, herkes bana bi tuhaf bakiyordu. Dün, firuze'ye anlattim durumu, bittigine çok sasirdi"... Yaa, demek çok sasirdi firuze. Sen de onunkine sasirirsin vakti gelince. Oööle geyikleyip gidersiniz hayat boyu, daha durun bakalim, birbirinize anlaticak kaç hikayeniz olucak. Ben, konu mankeni olarak bulunuyorum zaten hayatinizda. Firuze kim, bilmem etmem. Ama muhtemelen bu olup biteni benden daha iyi anliyodur. Sen konus firuze, ben de ööle çok psikoloji kitabi okumadim hayatta. Nedir simdi bu olup biten, ben neresine düsüyorum? Belki de bu firuze, muzo' nun disi olanidir.
Simdi, yüzünde, ayagina kizgin ütü düsürmüş gibi acili bir ifadeyle ayrilik replikleri attigi bu kafede ilk bulustugumuzda, "bana olan duygularini" anlatmisti... "emin misin?" diye sordum, ilkten, " insan yasamda neden emin olabilir ki" anlaminda biseyler söyledikten sonra, "igrençsin" demisti, "neden durduk yere seni kirmak talebiyle yasamina giriyim ki, nasi yani ööle anlik bisey, sen beni ne saniyosun?" Gözlerinden, inanmamam gerektigine dair seyler okuyordum ama, galiba, yillar öncesinin laneti kalkanlarimi asagiya çekiyordu. belalara karisma, vurulup düsme sirasi bana gelmisti. Yildizsiz, hilâlli bir gecede, bir tuhaf ses, israrla adimi okuyordu.
"Biliyorum, benim baslattigim bu iliskide, yine ben daha mesafeli davranabilirdim. Simdi bu kadar kirilmazdin belki. Ama bunu ben seçtim. O sirada içimden gerçekten ööle geliyordu"... O konusuyor, söz konusu kizgin ütüden benim ayaklarima da düsüyor, bogazimda petrol yüklü tankerler ardi arkasina infilak ediyor. Kilavuz kaptan içimden bir kaç sözcük geçirmeye çalisiyor, daha dudaklarima ulasmadan kül olup gidiyorlar. Oysa, "demek senin seçimin haa" demek istiyorum. "Baska hos seçimlerin var mi peki? Ornegin içi yavru dolu bir kus yuvasinin üstünde ziplamak ister misin, akvaryumda dolasan kirmizi baligi yutmak? oynarken, canini yakmak istedigin baska bir canli türü var mi?" Birileri kafenin dekorlarini söküyor sanki, muzo ile firuze oyunu seyredip bitirmisler, yerler çekirdek kabuklari, frigo kagitlari, burusturulmus sira numaralariyla dolu. Perdeyi güveler yiyor. sigara benim, dekor degil, yanimda getirdim, garsona kaptirmayip cebime atiyorum. "Neyiniz vardi" diye soruyor garson, o, "ne istedigimi bilmiyorum" diyor, garson, "hangimiz biliyoruz ki " diye söyleniyor. Ben konusamiyorum ya; garson, oyun bitsin diye benim laflarimi da söylüyor. Bir güve gelip, perdenin hepsini yiyip bitirdiklerini dolayisiyla bos yere perdenin inmesini beklememiz gerektigini anlatiyor... Ya da bana öyle geliyor.
Arabadan inerken, "sen yine de beni tanidigin için o kadar mutsuz olma" diyor, peki, olmam. Istedigimiz zaman birbirimizi arayabiliriz. Hatir felan sormak için yani. "iki medeni insan gibi"... Tabi, ben bir kertenkeleyim ya, kopan kuyrugum yeniden çikinca ararim seni. Korkma sen ama, aziz dostun, "eks sevgilin" kertenkele, kellesini vurup yerden yere, kendisini dagitmaz. "Hadi, sen de kendine iyi bak. "
Kapısı kapanınca, arabanin içindeki isik da söndü. Simdi, her yer karanlik. O, apartmanin kapisina dogru kus gibi hafiflemis yürüyor. Karanlikta, pesinden piti piti kosan küçük bir seyi farketmiyor. Belli ki henüz bilmiyor. Oysa, "kirik kalpleri götürürsün pesinden. çocukken yarim biraktigin ekmekler gibi, ardinsira kosarlar."
Atilla Atalay - Menekse Istasyonu
Yorumlar
Yorum Gönder