Sana Gül Bahçesi Vadetmedim (SGBV) I - Deliler Dünyası
Ve insanların davranışlarında aradıkları nedensellik medeniyetin ürünü olan normalliğin menşeisiydi. Deliliğin cömertçe gezdiği o sokaklarda her davranış tesadüfi dışa vurulabilirdi çünkü. Bir nedeni yoktu - deliydi - yalnızca öptü!
Olmayacak şey gerçekleşti ve sana gül bahçesi vadetmedim sonunda bitti. Benim için kitabı okumak bu kadar zamanımı almışken, böyle bir kitabı yazmak allah bilir ne kadar sürmüştür?
Kitaptan sonra artık, Anterrabbae canım, Lactamaeon ciğerim olmuşlardır... Şimdi internetten bu karakterlerin özetlerini bir kere daha okudum ve farkettim ki yine bir cinsiyet karışımında bulunmuşum. Okurken, Anterrabbae saçları alev alev yanan ve karanlığın içinde sonsuzca düşen kadın bir melekti. Harry Potter'ın ilk kitabını okurken de Snape'i nedense bir kadın olarak betimlemiştim. Allahtan Snape imajını düzeltmem çok sürmedi :) Snape ilk kitapta o kadar kötü ve itici bir karakter olarak anlatılmıştı ki, kafamda onu bi cadı olarak görmem daha kolay oldu belki... Antarrabea'ya gelince, yahu hangi erkeğin saçları alev alevdir? Neyse, konu cinsiyetinden çok sonsuzluğa doğru karanlık içinde düşüşünde... Apollonu dipsiz kuyuya atmışlar, ah vatanım demiş...
Ve bir cinsiyet karmaşası daha. Romanın baş karakterlerinden biri olan Dr. Fried de erkek değil kadınmış...
Deborah'ın iç dünyasında yaratılmış olan her meleğin bir işlevi var. Örneğin Sansür Deborah'nın iç dünya ve dış dünya arasındaki kontrolu sağlıyor, böylelikle kendi için anormal olan şeyler sadece kendinde kalıyor ve dış dünyaya ya da dış dünyada yer etmiş pek çok insana açılmıyor. Koro ise Deborah'nın içinde yer alan kendini katı bir dille eleştirmekten ve acıtmaktan başka bir şey yapmayan sesler bütünü... Bunlara daha sonra yazacağım entrylerde daha çok karşılaşacaksınız.
Kitap baştan sona etrafımızda olup biten belli başlı şeylerin üzerinde tekrardan düşünmeyi sağlıyor. Yazarın kitabın bir yerinde acı tanımı, fiziksel olan acının aslında çok da üstünde durulmaması gereken bir şey olduğunu, içe tesir etmiş veya ruha bulanmış olan acının yanında solda sıfır kaldığını hatırlatır gibi... Deborah lise aşamasında bir kız, ve psikolojisinden dolayı yaşıtlarından farklı olduğunu biliyor. Fakat bu farkındalık, üstün zekalıların kendi ayaklarında durmalarını saylayacak bir erdem olmaktan çok, kendisini delilik diye dışarıya bildiren bir anormallik olarak gösteriyor:
"Acıtma yalnızca kuramsal bir şeydir. Asıl acıtan şey, kendinden başka herkesin yaşamını yönlendiren güçlerce tekmelenip dışlanmak, yıllarca deli olarak yaşamak, kimseye bir şeyi anlatıp kendine inandıramamak. Ne zaman kuramsal tümörle iki büklüm olsam, neden böyle bir sanı olamayacağını anlatan bir profesör mutlaka çıkar. Ve nezaket gereği bir iki iğne yaparlar..."
"Hastalar dikiş dikiyor, kile biçim veriyor, okuyor ya da hamur ve kağıt parçaları ile kolaj yapıyorlardı... Dünya yasalarınca dışlanmış, toplum dışı kişiler, doyum verici bir iş yanılsaması karşısında ellerini ısıtıyorlardı sanki... Yararlılığın her şeyden önce geldiği bir ülkede uygulanan bu tedavi amaçlı çalıştırma edimi, hastaların yavaş yavaş kazandığı varsayılan gurura bilinçsizce atılan bir tokatmış gibi geldi Deborah'ya."
Ve son olarak da, borçlanılmış iyilikler doğurur bu şeyler insanlarda... Siz hiç böyle hissettiniz mi bilmiyorum ama, bu benim başıma çok geldi... Bazen başkası için yaptığım herhangi bir şey, bunu bile isteye ben yapmış olsam da, göremediğim büyük bir planın parçası olduğumu düşünmeme sebeb oldu. Hayatımın bir noktasında bu öyle bir hale geldi ki güvenmek denilen işlevin bile bize ya da başkalarına bir şey kazandırır olduğunu düşünür oldum... Aslında pragmatismin uzun ölçekteki halidir bu belki de... İnsanlar arasındaki ilişkileri yıpratmadığı sürece sıkıntı yok... Bazen pek de sorgulamadan yapılması gerekeni yapmalı! Deborah'ın durumu biraz daha farklı tabi ki... Kendisini çevresini saran insanlarla eşit hissetmediği için, bu kişiler annesi, babası veya kardeşi dahi olsa, yapılan iyiliği gönül borcu olarak algılayamaması şaşılacak bir şey değil:
"Deborah'ın duyduğu tek ses, ondan başka herkese göre ulaşılması kolay bir düzlük olan Everest'e tırmanırken duyduğu bitkinlikten solumasıydı. Düşe kalka bu bitimsiz, sarp tepeye tırmanmaya çalışırken, her iyiliğin, her avuncun, bu sevgi dolu işkencelerin ona yüklediği ve üzerine kurşun külçeleri gibi çöken, ödenecek bir borç olduğunu düşünüyordu. Eşit insanlar arasında, gönül borcu paylaşılan bir şeydi, onun kendilerini sıradan olarak niteleyen ve yaşamayı başarma konusundaki korkunç güçlerinin ayrımında olmayan bu Titanlara duyduğu gönül borcu ise, yalnızca kendini her zamankinden daha şaşkın, beceriksiz ve yalnız duymasına yol açıyordu."
İç sesteki deliliğin daha güzel bir anlatımı yapılamazdı sanırım... Birkaç tane daha alıntı paylaşacağım bu kitaptan!
[Aynı zamanda Donnie Darko'nun soundtrackidir, bilen bilir]
Olmayacak şey gerçekleşti ve sana gül bahçesi vadetmedim sonunda bitti. Benim için kitabı okumak bu kadar zamanımı almışken, böyle bir kitabı yazmak allah bilir ne kadar sürmüştür?
Kitaptan sonra artık, Anterrabbae canım, Lactamaeon ciğerim olmuşlardır... Şimdi internetten bu karakterlerin özetlerini bir kere daha okudum ve farkettim ki yine bir cinsiyet karışımında bulunmuşum. Okurken, Anterrabbae saçları alev alev yanan ve karanlığın içinde sonsuzca düşen kadın bir melekti. Harry Potter'ın ilk kitabını okurken de Snape'i nedense bir kadın olarak betimlemiştim. Allahtan Snape imajını düzeltmem çok sürmedi :) Snape ilk kitapta o kadar kötü ve itici bir karakter olarak anlatılmıştı ki, kafamda onu bi cadı olarak görmem daha kolay oldu belki... Antarrabea'ya gelince, yahu hangi erkeğin saçları alev alevdir? Neyse, konu cinsiyetinden çok sonsuzluğa doğru karanlık içinde düşüşünde... Apollonu dipsiz kuyuya atmışlar, ah vatanım demiş...
Ve bir cinsiyet karmaşası daha. Romanın baş karakterlerinden biri olan Dr. Fried de erkek değil kadınmış...
Deborah'ın iç dünyasında yaratılmış olan her meleğin bir işlevi var. Örneğin Sansür Deborah'nın iç dünya ve dış dünya arasındaki kontrolu sağlıyor, böylelikle kendi için anormal olan şeyler sadece kendinde kalıyor ve dış dünyaya ya da dış dünyada yer etmiş pek çok insana açılmıyor. Koro ise Deborah'nın içinde yer alan kendini katı bir dille eleştirmekten ve acıtmaktan başka bir şey yapmayan sesler bütünü... Bunlara daha sonra yazacağım entrylerde daha çok karşılaşacaksınız.
Kitap baştan sona etrafımızda olup biten belli başlı şeylerin üzerinde tekrardan düşünmeyi sağlıyor. Yazarın kitabın bir yerinde acı tanımı, fiziksel olan acının aslında çok da üstünde durulmaması gereken bir şey olduğunu, içe tesir etmiş veya ruha bulanmış olan acının yanında solda sıfır kaldığını hatırlatır gibi... Deborah lise aşamasında bir kız, ve psikolojisinden dolayı yaşıtlarından farklı olduğunu biliyor. Fakat bu farkındalık, üstün zekalıların kendi ayaklarında durmalarını saylayacak bir erdem olmaktan çok, kendisini delilik diye dışarıya bildiren bir anormallik olarak gösteriyor:
"Acıtma yalnızca kuramsal bir şeydir. Asıl acıtan şey, kendinden başka herkesin yaşamını yönlendiren güçlerce tekmelenip dışlanmak, yıllarca deli olarak yaşamak, kimseye bir şeyi anlatıp kendine inandıramamak. Ne zaman kuramsal tümörle iki büklüm olsam, neden böyle bir sanı olamayacağını anlatan bir profesör mutlaka çıkar. Ve nezaket gereği bir iki iğne yaparlar..."
Bir yerden sonra ne ilaçlar ne iğneler istenen çoşkuyu veremez. Bu yüzden, deliler hastanesi çalışanları, ötelenmiş birçok küçük toplum grubu olan delilerin, tam da yazarın dediği gibi, öyle ya da böyle berisinden köşesinden sürüp giden normallikten oluşmuş hayata bir fayda sağlamalarına yardımcı olur. Hapishanede yaşananlar de pek farklı değildir. Resim kursları, spor aktiviteleri... Hepsi aslında, bünyesinde bulundurdukları ötelenmiş insanları, süregelen sancılı normalliği sorgulamayan insanlara benzetmeye çalışılr... Neden her şeyden ve herkesten bir fayda sağlamalıdır ki insanoğlu? Yapılan her akitivite, her uğraş birilerine bir şeyler mi kazandırmalı? Peki bu ötelenmişler hedonizmi seçemezler mi? Aktiviteden fayda sağlamayı anladım da, insanlardan aleni bir şekilde fayda sağlamaya kalkışmak ne kadar samimi bir arkadaşlık serer karşımıza, bunu da düşünün bir!
"Hastalar dikiş dikiyor, kile biçim veriyor, okuyor ya da hamur ve kağıt parçaları ile kolaj yapıyorlardı... Dünya yasalarınca dışlanmış, toplum dışı kişiler, doyum verici bir iş yanılsaması karşısında ellerini ısıtıyorlardı sanki... Yararlılığın her şeyden önce geldiği bir ülkede uygulanan bu tedavi amaçlı çalıştırma edimi, hastaların yavaş yavaş kazandığı varsayılan gurura bilinçsizce atılan bir tokatmış gibi geldi Deborah'ya."
Ve son olarak da, borçlanılmış iyilikler doğurur bu şeyler insanlarda... Siz hiç böyle hissettiniz mi bilmiyorum ama, bu benim başıma çok geldi... Bazen başkası için yaptığım herhangi bir şey, bunu bile isteye ben yapmış olsam da, göremediğim büyük bir planın parçası olduğumu düşünmeme sebeb oldu. Hayatımın bir noktasında bu öyle bir hale geldi ki güvenmek denilen işlevin bile bize ya da başkalarına bir şey kazandırır olduğunu düşünür oldum... Aslında pragmatismin uzun ölçekteki halidir bu belki de... İnsanlar arasındaki ilişkileri yıpratmadığı sürece sıkıntı yok... Bazen pek de sorgulamadan yapılması gerekeni yapmalı! Deborah'ın durumu biraz daha farklı tabi ki... Kendisini çevresini saran insanlarla eşit hissetmediği için, bu kişiler annesi, babası veya kardeşi dahi olsa, yapılan iyiliği gönül borcu olarak algılayamaması şaşılacak bir şey değil:
"Deborah'ın duyduğu tek ses, ondan başka herkese göre ulaşılması kolay bir düzlük olan Everest'e tırmanırken duyduğu bitkinlikten solumasıydı. Düşe kalka bu bitimsiz, sarp tepeye tırmanmaya çalışırken, her iyiliğin, her avuncun, bu sevgi dolu işkencelerin ona yüklediği ve üzerine kurşun külçeleri gibi çöken, ödenecek bir borç olduğunu düşünüyordu. Eşit insanlar arasında, gönül borcu paylaşılan bir şeydi, onun kendilerini sıradan olarak niteleyen ve yaşamayı başarma konusundaki korkunç güçlerinin ayrımında olmayan bu Titanlara duyduğu gönül borcu ise, yalnızca kendini her zamankinden daha şaşkın, beceriksiz ve yalnız duymasına yol açıyordu."
İç sesteki deliliğin daha güzel bir anlatımı yapılamazdı sanırım... Birkaç tane daha alıntı paylaşacağım bu kitaptan!
Yorumlar
Yorum Gönder