SGBV III - The Chorus
"Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim, ve hiçbir zaman huzur ya da mutluluk da vadetmedim. Sana ancak bütün bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim. Sana sunduğum tek gerçeklik savaşım. Ve sağlıklı olmak, gücünün yettiği kadarı ile bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir. Ben yalan şeyler vadetmem hiç. Kusursuz güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır."
İçime ilmek ilmek işlediğin bu gerçeğe o kadar saplanır oldum ki, geceleri gözlerim kapalı uzaktan gelen seslere göre yerimi buluyorum. Renklerimi kaybettim bu sefer, ayaklarımdan astılar tavana, allahtan kanatlarım var da, renksiz de olsam uçuyorum gücümün yettiği ufkun en sonuna kadar.
Yine yağmura yakalandım sabaha doğru, donuma kadar ıslanmışım ve yine umrumda değil... İşte östaki borumdaki organizma olmayı başaramamış bütün virüslerim o elem gecenin sonunda doldular sol kulağıma... O yüzden ya sadece sağa doğru eğilip yol alıyorum...
Hepsini duydum. Sanırsın ki dinlemiyordum, horul horul uyuyordum... Nicedir dinlemeyen sendin Sayın Her Şeyi Bilen... Sen iki çekirdek daha çinterken, taa ilerimizdeki bir adam yağmurun camları dövdüğü o saatlerde 80 katlı gökdelenin 32inci katında aylık temizleme merasimine devam ederken, ben dinledim seni...
Ezberimi hiç şaşmadım ama değil mi, üstadım... Seni olduğunla, süregelen oluşlarınla, ve olacaklarınla kabul ettim... Biz ki dünyanın birbirine girdiği anlarda, kendimizden kaos yapmayı başarmışken, küçücük pirinç parçasından tut da, kocaman bir file kadar her canlıda ya da her cansızda bir zeka aradık ya da pırıltısını görmeyi başardık üstadım...
Suskunlarına sıkıştırdığın gerçeğinle kabul ettim seni. Sessizliğe giden o bilişine hayallerimi doldurdum. Bu yanlışımı da sen kabul et artık... Bana gül bahçesi vadetmedin! Gül bahçesi aramıyordum ki, Yaşar Kemal'den başka kimse olacaklardan haberdar etmedi:
"- Dışarda korkunç bir yalnızlık var, hepsi bu.
- Geri dönmek güç geldi mi?
- Yenilgiye uğramak demek bu. İşimde çok yalnızlık duyuyordum. Sabahları işe giderken yaptığım o uzun yolculuk beni hipnotize ediyordu. İşte de teknisyenlerle günaydınları ve iyi akşamlarından başka bir şey yoktu."
Ama biz bir Merhaba arardık günaydın ve iyi akşamlardan çok. Kapı köşelerine kafe duvarlarına yapıştırılmış bir Merhaba bile yeterdi bize... Ya da böylesi:
"Hey, Merhaba Deb! - Carla'nın onu görür görmez böyle demesi yürekli bir davranıştı. Güven ve insanın içine işleyen bir bağlılık yanısısı vardı bu davranışta; oysa birisi bir değişim geçirdiğinde, bu kişinin yanına gidip tanışıklığı belirtmeden önce, bir süre bekleyip bu değişimin yarattığı sonuçları gözlemlemek daha güvenli sayılıyordu. Carla'nın yürekliliğini ve cömertliğini açıklayacak hiçbir neden bulamadı hiçbir özel neden bulamadı Deborah. Carla bunu yalnızca beni gördüğüne sevindiği için yapmış olamaz mı acaba? Duvar çekilmiş gözlerin ötesinde bir dünya olabilir mi?"
Duvar çekilmiş gözlerin ötesinde dünyalar bulan, Leylasını arayan Mecnun, "gör beni" dedi. Her Leyla'ya bir Mecnun yaratmak için bölmüş yaradan bütün ruhları iki parçaya... Biz iki göz arardık o karanlığın içinde, o debdebenin içinde, uçarken daha yukarı, daha da yukarı, saçların bulut, gözlerin bir içim damla olana kadar... Artık sana ellerimi vermenin zamanı geldi Leyla... Artık ellerimi almanın zamanı geldi Mecnun... içimizdeki aydınlığı o haşin karanlık kurutana kadar...
Karanlığın içeride bir yerde bulunması, korktuklarını sana bağırması aydınlığı kurutan... En kötüsünün olması olası, kaçınılmaz... Tasviri güç bir duygu bu: her gece kafanı yastığa koyarsın, sabah aynı yastıkta bulursun başını, güneş doğmuş, saat 7.30 olmuş, hala nefes alıyorsun, sevin! Güneşin doğduğuna sevin, yağmura sevin, çamura sevin! Sonra bütün bu anları, hafif mutlulukları, koşuşturmaları unut birkaç saat önce yaşanmamış gibi...
"Ben ne yapıyorum?"
İçindeki aydınlık bu noktada kurumaya başlar ve usulca teslim eder kendini karanlığa... Karanlığın sana sonsuzca kilitlenmesinden korkarsın. "Bu hep böyle giderse" sorusunun cevabı işte bu karanlıkta daha ürkütücüdür.
Ve Sana Gül Bahçesi Vadetmedim'in kilit sahnesi:
"Bir zerafet ve masumiyet tablosu oluşturan incecik bir genç kız, yanında yürüyen delikanlı ile elele tutuşmuştu. Genç çift ağır ağır yürüyerek sahanın çevresini dolaşıp Deborah'ın yanından geçti. Birkaç kez durup oynaştılar ya da bir şeyler konuşup kahkahalarla güldüler; delikanlı zaman zaman eğilip burnunu kızın ensesinde topladığı saçlara ya da yanağına sürüyordu.
Deborah, tıpkı deli insanların yaptığı gibi, yüksek sesle kendi kendine konuştu. 'Ben hiçbir zaman böyle bir şeyi yaşamayacağım,' dedi. 'Ne savaşarak, ne ders çalışarak, ne bir işte çalışarak, ne direnerek, böyle bir insanla birlikte yürüme ya da elinin sıcaklığını duyma mutluluğuna hiç erişemeyeceğim.'
Uzun zaman önce Carla bunu söylemişti sana, dedi Lactamaeon tel örgünün ötesinden. Derslerin, işin - gene de sonuç günaydın ve iyi akşamlar.
Quentin besleme borusundan sana su verecek belki, dedi Anterrabae, ama asla elini yüzünde gezdirmeyecek. Hiç kimse... hiç kimse...
Hava kararmak üzereydi. Deborah yavaşça kalkıp kasabaya doğru yürümeye başladı. Kilise korosundaki yüzler, araba mezarlığının ta ötelerinden ona bakıp meydan okuyorlardı sanki. İyi akşamlar iyi geceler. Adını bile ağızlarına almıyorlardı.
Sizlerle birlikte şarkı söylerken, dikiş dikerken bütün umudumu tükettim. Yanı başınızda durduğum halde, benim kim olduğumu bile hatırlamıyorsunuz. Mezarlığa gelmişlerdi; Anterrabae karanlığın içinde alevlerini saçıyor, Lactamaeon bir köpek gibi uluyor, Koro yeniden bir araya geliyordu - İyi çalış tembel kız, iyi savaş bakalım, hantal kız... hiçbir zaman... hiçbir zaman... hiçbir zaman...
Çok zor kazandım ben bunu diye bağırdı Deborah tanrılara, Hastayken bile kendimi gösterdim. Her gün derli toplu, dakik ve aklı başında bir insan olarak ortaya çıktım. Bir onurum var benim - Ne varki sesi tanrıların kapıldığı korkunç bir kahkaha fırtınası içinde yitip gitti...
Görüntünün gerisindeki yaygara gitgide artıyordu. Sen ne yaratırsın biliyor musun... diye kükredi Koro, Hiçbir şey! Gidip çayırlarda yatsan... hiçbir şey! Ders de çalışsan, bir işte de çalışsan... hiçbir şey!
...
Kuyu onu bekliyordu... Az sonra Deborah dehşet içindeydi. Kimse yok mu, lütfen! Tanrılardan birinin attığı çığlığa karşın, öteki sesi duyabilmişti - üç zil zırıltısı: acil vaka. KUYU"
Deborah'nın karanlığa teslimiyeti... Kayra'nın Yolu...
İçime ilmek ilmek işlediğin bu gerçeğe o kadar saplanır oldum ki, geceleri gözlerim kapalı uzaktan gelen seslere göre yerimi buluyorum. Renklerimi kaybettim bu sefer, ayaklarımdan astılar tavana, allahtan kanatlarım var da, renksiz de olsam uçuyorum gücümün yettiği ufkun en sonuna kadar.
Yine yağmura yakalandım sabaha doğru, donuma kadar ıslanmışım ve yine umrumda değil... İşte östaki borumdaki organizma olmayı başaramamış bütün virüslerim o elem gecenin sonunda doldular sol kulağıma... O yüzden ya sadece sağa doğru eğilip yol alıyorum...
Hepsini duydum. Sanırsın ki dinlemiyordum, horul horul uyuyordum... Nicedir dinlemeyen sendin Sayın Her Şeyi Bilen... Sen iki çekirdek daha çinterken, taa ilerimizdeki bir adam yağmurun camları dövdüğü o saatlerde 80 katlı gökdelenin 32inci katında aylık temizleme merasimine devam ederken, ben dinledim seni...
Ezberimi hiç şaşmadım ama değil mi, üstadım... Seni olduğunla, süregelen oluşlarınla, ve olacaklarınla kabul ettim... Biz ki dünyanın birbirine girdiği anlarda, kendimizden kaos yapmayı başarmışken, küçücük pirinç parçasından tut da, kocaman bir file kadar her canlıda ya da her cansızda bir zeka aradık ya da pırıltısını görmeyi başardık üstadım...
Suskunlarına sıkıştırdığın gerçeğinle kabul ettim seni. Sessizliğe giden o bilişine hayallerimi doldurdum. Bu yanlışımı da sen kabul et artık... Bana gül bahçesi vadetmedin! Gül bahçesi aramıyordum ki, Yaşar Kemal'den başka kimse olacaklardan haberdar etmedi:
"- Dışarda korkunç bir yalnızlık var, hepsi bu.
- Geri dönmek güç geldi mi?
- Yenilgiye uğramak demek bu. İşimde çok yalnızlık duyuyordum. Sabahları işe giderken yaptığım o uzun yolculuk beni hipnotize ediyordu. İşte de teknisyenlerle günaydınları ve iyi akşamlarından başka bir şey yoktu."
Ama biz bir Merhaba arardık günaydın ve iyi akşamlardan çok. Kapı köşelerine kafe duvarlarına yapıştırılmış bir Merhaba bile yeterdi bize... Ya da böylesi:
"Hey, Merhaba Deb! - Carla'nın onu görür görmez böyle demesi yürekli bir davranıştı. Güven ve insanın içine işleyen bir bağlılık yanısısı vardı bu davranışta; oysa birisi bir değişim geçirdiğinde, bu kişinin yanına gidip tanışıklığı belirtmeden önce, bir süre bekleyip bu değişimin yarattığı sonuçları gözlemlemek daha güvenli sayılıyordu. Carla'nın yürekliliğini ve cömertliğini açıklayacak hiçbir neden bulamadı hiçbir özel neden bulamadı Deborah. Carla bunu yalnızca beni gördüğüne sevindiği için yapmış olamaz mı acaba? Duvar çekilmiş gözlerin ötesinde bir dünya olabilir mi?"
Duvar çekilmiş gözlerin ötesinde dünyalar bulan, Leylasını arayan Mecnun, "gör beni" dedi. Her Leyla'ya bir Mecnun yaratmak için bölmüş yaradan bütün ruhları iki parçaya... Biz iki göz arardık o karanlığın içinde, o debdebenin içinde, uçarken daha yukarı, daha da yukarı, saçların bulut, gözlerin bir içim damla olana kadar... Artık sana ellerimi vermenin zamanı geldi Leyla... Artık ellerimi almanın zamanı geldi Mecnun... içimizdeki aydınlığı o haşin karanlık kurutana kadar...
Karanlığın içeride bir yerde bulunması, korktuklarını sana bağırması aydınlığı kurutan... En kötüsünün olması olası, kaçınılmaz... Tasviri güç bir duygu bu: her gece kafanı yastığa koyarsın, sabah aynı yastıkta bulursun başını, güneş doğmuş, saat 7.30 olmuş, hala nefes alıyorsun, sevin! Güneşin doğduğuna sevin, yağmura sevin, çamura sevin! Sonra bütün bu anları, hafif mutlulukları, koşuşturmaları unut birkaç saat önce yaşanmamış gibi...
"Ben ne yapıyorum?"
İçindeki aydınlık bu noktada kurumaya başlar ve usulca teslim eder kendini karanlığa... Karanlığın sana sonsuzca kilitlenmesinden korkarsın. "Bu hep böyle giderse" sorusunun cevabı işte bu karanlıkta daha ürkütücüdür.
Ve Sana Gül Bahçesi Vadetmedim'in kilit sahnesi:
"Bir zerafet ve masumiyet tablosu oluşturan incecik bir genç kız, yanında yürüyen delikanlı ile elele tutuşmuştu. Genç çift ağır ağır yürüyerek sahanın çevresini dolaşıp Deborah'ın yanından geçti. Birkaç kez durup oynaştılar ya da bir şeyler konuşup kahkahalarla güldüler; delikanlı zaman zaman eğilip burnunu kızın ensesinde topladığı saçlara ya da yanağına sürüyordu.
Deborah, tıpkı deli insanların yaptığı gibi, yüksek sesle kendi kendine konuştu. 'Ben hiçbir zaman böyle bir şeyi yaşamayacağım,' dedi. 'Ne savaşarak, ne ders çalışarak, ne bir işte çalışarak, ne direnerek, böyle bir insanla birlikte yürüme ya da elinin sıcaklığını duyma mutluluğuna hiç erişemeyeceğim.'
Uzun zaman önce Carla bunu söylemişti sana, dedi Lactamaeon tel örgünün ötesinden. Derslerin, işin - gene de sonuç günaydın ve iyi akşamlar.
Quentin besleme borusundan sana su verecek belki, dedi Anterrabae, ama asla elini yüzünde gezdirmeyecek. Hiç kimse... hiç kimse...
Hava kararmak üzereydi. Deborah yavaşça kalkıp kasabaya doğru yürümeye başladı. Kilise korosundaki yüzler, araba mezarlığının ta ötelerinden ona bakıp meydan okuyorlardı sanki. İyi akşamlar iyi geceler. Adını bile ağızlarına almıyorlardı.
Sizlerle birlikte şarkı söylerken, dikiş dikerken bütün umudumu tükettim. Yanı başınızda durduğum halde, benim kim olduğumu bile hatırlamıyorsunuz. Mezarlığa gelmişlerdi; Anterrabae karanlığın içinde alevlerini saçıyor, Lactamaeon bir köpek gibi uluyor, Koro yeniden bir araya geliyordu - İyi çalış tembel kız, iyi savaş bakalım, hantal kız... hiçbir zaman... hiçbir zaman... hiçbir zaman...
Çok zor kazandım ben bunu diye bağırdı Deborah tanrılara, Hastayken bile kendimi gösterdim. Her gün derli toplu, dakik ve aklı başında bir insan olarak ortaya çıktım. Bir onurum var benim - Ne varki sesi tanrıların kapıldığı korkunç bir kahkaha fırtınası içinde yitip gitti...
Görüntünün gerisindeki yaygara gitgide artıyordu. Sen ne yaratırsın biliyor musun... diye kükredi Koro, Hiçbir şey! Gidip çayırlarda yatsan... hiçbir şey! Ders de çalışsan, bir işte de çalışsan... hiçbir şey!
...
Kuyu onu bekliyordu... Az sonra Deborah dehşet içindeydi. Kimse yok mu, lütfen! Tanrılardan birinin attığı çığlığa karşın, öteki sesi duyabilmişti - üç zil zırıltısı: acil vaka. KUYU"
Deborah'nın karanlığa teslimiyeti... Kayra'nın Yolu...
Yorumlar
Yorum Gönder