SGBV II - Unutum Gitti


5 ay sonra bir rüya gördüm, normalde ben pek rüya görmem: Rüyamda Adana'dayım, beni kardeşim karşılıyor havalanında... Sonra her akşam o bar benim bu pub senin içiyoruz içimizdeki hüznü kurutalım diye... Bir ayna karşısındayım sonra, sırf ruhuma bakmak için aynanın simli yansımasına tıklıyorum. Aksim sanki beni öte tarafta görmeyi hep bekliyormuş gibi bakıyor bana, aynadaki aksime sürprizim kısa süreli oluyor... Aynayı bırakıp büyüdüğüm eve girerken, büyük dayım köşeden çıkıyor, uzun zaman görmeyince tabii bir sarılıyorum ki... Sonra büyük dayımla başka bir bara gidiyoruz, az içiyorken, küçük dayım  geliyor geriden... ona da sarılıyorum... bakıyorum adanaya, doğduğum yere... "This must be the place!"

***

Rüyayı bırakalım da, ben bu vücuduma hükmetmiş olan virüslerden nasıl ne zaman kurtulacağım acaba? Kaldıkça daha da sıkıcı oluyorlar... Yine Maslow'un hiyerarşisinde aşağı doğru iniyoruz. Safety sorun olduğunda love-belonging önem arzetmedi, şimdi de fizyoloji pert! Fizyoloji pert olsa da, bazı şeyler değişmiyor. Anılar şimdi gözümde canlandılar...

*** 

Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, bilincimizin hafızamız üzerinde nasıl oyunlar oynayabileceğini de gösteriyor. Travma diye tabir ettiğimiz hatıralarımızı travma diye etiketleyen bizden başkası değil, fakat dışarıdan birisi için bu şeyler çok ciddi bir olay değillerse öyle tanımlanmayabilirler halbuki... Farazi, babanın çocuğunu istenmeden gerçekleşen bir trafik kazası sonrası dövmesi belki de psikolojide yer etmiş belli mercilerce travma olarak varsayılmaz, fakat bu çocuk yıllarca içinde o hatıraya sarıla sarıla, olayı büyüte büyüte, kendine yeni bir travma yaratabilir: adı travma! Daha uçuk olanı ise, hatıranın yıllar içerisinde biçim değiştirmesi, olmamış şeylerin olmuş gibi kabul edilmesi:

"Anılar biçim olarak değişmeyebilir, ama yıllar boyu önemlerinin vurgulanması onlara korkunç boyutlar kazandırabilir. Terk edilmenin yarattığı soğuğu, parmaklıkları ve yalnızlığı sık sık  aklına getirirsen, her seferinde, içinin derinliklerinden, sana, 'Görüyor musun? Gene de yaşam böyle işte,' diyecektir bu deneyim."

İnsana vazgeçmekten başka bir seçenek bırakmayınca durumlar, olaylar ve insanlar, önce hafızada yer eden hatıra kırıntılarını ele alırsın; kırıntılar arasında zararsızları parlatır, acıtanları kırar parçalar ve baştan yaratırsın. Böylece olmamış şeylerin arkasına gizlenmiş bir sizofreni yaratırsın. Değiştirsen de kırıntılarını, cülüklere yem diye atmaktan vazgeçmediğin için, varlıklarlını sürdürürler derinliklerde... Bu da yetmeyince, insan silersin: Eternal Sunsine of Spotless Mind! Işıklarda karşıdan karşıya geçerken rastladığın bir insan olur, bir yüz olur binlercesinin arasında: bir kadın, bir erkek, bir sarışın, bir esmer, bir kara kaşlı kara gözlü, ya da olsun ki yeşil gözlü nehir misali... Bazen insan silmek en kolayıdır. Bazen insan silmek en zorudur... İnsanın koskoca şu dünyada karşılaşabilmesi ne kadar zordur elini ayağını oynatmadan... Gidene eyvallah, kalanlara da gördük sıra kibar bir merhaba. Deborah da aynı sebeble böyle bir savunma mekanizması geliştirmiş:

"Son terapi saatleri, Furinin gidişinin yarattığı umutsuz bir ivecenlikle dolmuştu... Deborah Furinin sonsuza değin gelmeyeceğini biliyordu. Carla ilk kez D koğuşundan ayrıldığında, ona olan sevgisini  ve onun anısını duygularından nasıl söküp atmışsa, simdi de Furi'yi, sanki hiç varolmamış ve artık hiç var olmayacakmış gibi belleğinden çıkarmıştı."

Eskilerle oynamak ve kendine çıkardığın dersler sonucunda, iç sesin kendine kabuk bağlar, umudu tamamıyla eritip akıttığın bir kabuk. Özün kaybolması ile sertleşen dış çeper kuruya kuruya bir kabuk görüntüsüne bürünür. Yani baştan beri varolan bir kabuktan çok, kurumadır bu... Deborah'da böyle bir kabuk oluşturmuş. İnsanın umut etmeden yaşamasının bitkisel hayata girmekten nasıl farkı olabilir ki? Umut ettikçe hayata daha çok bağlanmaz mı insan? Yoksa bu şekildeki bir bakış mı yanlış olan?

"
- Bu gözyaşları nedir?
- 10 tane birim. 4ü kendine acıma, 3ü Yr'nin dediği gibi sert kabuk, ve biri de umutsuzluk.
- Yalnızca 8 etti.
- Ve ikisi çeşitli şeyler için...
- Bu sert kabuk dediğin nedir?
- Hastaneye ilk geldiğimde hiç de mutsuz değildim. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum ve bu bana bir çeşit huzur veriyordu. Sonra siz ilgi duymama yol açtınız ve ben bir şeylerle ilgilenmeye başlar başlamaz, Yr beni cezalandırınca umutsuzluğa düştüm. Yr'ye bana acıması için yalvardığımda, Anterrabbae, 'Umudu özünden kabuğuna kadar yiyip bitirdin sen' dedi. Bunun üzerine o eski kabuğun kuruyup büzülmesini, sertleşmesini ve sonunda fırlatılıp atılmasını seyrederek yaşamak zorunda kalacağımı düşünmüştüm.
"

Son bir defa daha Sana Gül Bahçesi Vadetmedim! Kitabın adı bile diyor umut etme diye! Sonuçta bu kitapta bana bir gül bahçesi vadetmedi... kimse vadetmedi! 

Yorumlar

Popüler Yayınlar