Good People

Ya starbuckların bardaklarında bir sorun var, ya da ben de... Yine elimi yaktım...

[Daha ne kadar gideceksem? Teyzenin bardaklarla oynayışı hoş ama]

Haftasonu dışarı çıkabileyim diye pazartesiden tiyatro bileti aldım. Oyunun adı Good People... Oyunu seçerken aklımda herhangi bir fikir yoktu: şans eseri denk geldim, ne kaybederim ki diyerekten bileti almış bulundum... Öncelikle söylemeliyim ki büyük şehirde olmanın güzel yanlarından biri de bu: tiyatro salonuna girer girmez, boyutun iki yönde hızla ilerlemesinin yanında, etraftan az da olsa tarih akması iç gıdıklayıcı... Ya da bu soğuklarda kendimi ancak bu kadarı ile kandırabilirdim... Kendimi %49 kandırdıysam bile, tiyatro %51 oranda Atatürk Kültür Merkezini hatırlattı. Sezon başında devlet tiyatrolarından birkaç oyun seçerdik, bunların birkaçı da Atatürk Kültür Merkezine denk gelmiştir. Başka hatırladığım bir şey de, özüme geri döndüğüm. Kendimi nedendir bilmem yoğun bir yaşlı kafilesi içerisinde buldum, tıpkı Amsterdamda birkaç sefer olduğu gibi. İçim geçmiş benim, ve yeni de değil. O zamanlar da geçmişti, şimdi de geçiyor. Akranlarım parti parti gezerken, ben müze gezerdim, tiyatroya giderdim. Gerçi bunların her birini bir fırsat olarak gördüğümden yaptım o zamanlar: hadi Paris'e bir daha gelemezsem diyerek o müze benim şu kathedral senin gezmişliğim var. Ki arkada mutlaka bir şey bırakıyorsun bakılacak: bkz. Versailles...

Tiyatro salonunun yanı sıra oyun da gayet güzeldi: oyun boyu sık sık güldüm. Oyunculuklar şahane olduğundan insan kendini sahnenin içinde gibi hissediyor...

Ortaokuldayken okuldan bir arkadaş vardı, sonradan bizim apartmana taşındılar. Benim lise son sınıf olduğum dönemler. Ben üniversiteyi kazandım ve İstanbul'a gittim, sonraki sene de bu arkadaş sınava girdi. 2002 yazı görüşmüştük. Kah ben onlara giderdim film izlemeye, kart oynamaya, kah o bize gelirdi. Aqualande gittiğimizi hatırlıyorum hayal meyal. O sene kazanamamıştı üniversiteyi... Ardından da dert yanmıştı uzun uzun... Kazansa da bir şey değişmezdi, ta doğumdan itibaren belirlenmiş hayat çizgini belki biraz yukarı çıkartabilirdi, ya da aşağıya itebilirdi. Ben kendimce, çalışırsan zamanla değişimin ne kadar da büyük olabileceğini ona inandırmaya çalışırken, o bunun imkansız olduğunu söylüyordu bana. Ona göre her şey aslında şanstan başka bir şey değildi. Bense içimden ukala ukala insanın kendi şansını kendinin yaratacağını düşünüyordum. Üzerinden 13 sene geçti, ve hayatın öğreticiliği göz yaşartıcılığını koruyor korkunç bir şekilde. Haklıydı arkadaşım: her şey şanstı: anadolu öğretmen lisesine girmem tamamen şanstı: süper lisenin birine babam kaydımı yapmıştı bile. Ama öğretmen lisesinde yedek olduğumu öğrenince bir denememizi istedi. Sonra istanbul, sonra da... özetle bana göre hepsi aşağı yukarı birbirine bağlantılı. En başı değiştirecek olsaydım, şu an bambaşka bir hayattan bahsediyor olacaktım şüphesiz. Babam denemek istemeseydi, sonrası bir muamma! Arkadaşım o kadar şanslı değildi. Onun başına benim aksime kötü şeyler geldi: Ben de hiç ummadığım bir anda mide kanseri ile savaşmak zorunda kalsaydım, üniversite sınavının da, hayatın da, ssk'nın da gelmişine geçmişine dayıyor olabilirdim.

İşte Good People biraz bunu anlatıyor. İnsan aynı çevrede dünyaya gelmiş olabilir, fırsatlar onu bir yerden bir yere götürebilir, ve yeni fırsatlar doğuruyordur zaman yine. Zaman bu kadar cömert davranırken, biz hayatla kumar oynama konusunda çok gözüpekiz. "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oluruz" sonra...

Good People bir yandan da iyi insan olma konusunu irdeliyor. Kazançların karşılaştırılacağı bir dünyada, hiçbir insan evladı iyi olmayı seçmez, sadece onu taklit eder: ihtiyacı olanlara burs vermek, bağışlar, vakıflar, aslında uzakta olsa bir kazanç için varlar. İçerde bir yerlerde, bu süperinsanlar varettikleri varlıklarının statükosunu canı gönülden korumak isterler. Bu yardımlar da onların bu isteklerinin yerine gelmesi için dışarıya bir vicdanı sebeb olarak gösterilir. "Ben iyiyim" derler camiaya, ya da demeye çalışırlar. Bir tanesi de yoktur ki, yerini herhangi bir ihtiyacı olanla 1-2 sene değiştirmek istesin. Kimse rahatını bozmak istemez! Sonunda da iyiler (i.e. kendi yağında kavrulanlar) bırakılırlar vicdanları ile: "senin de bir zamanlar daha iyi şartlarda yaşamak gibi bir fırsatın vardı" sorunsalı onlar için çözümsüz bir hayat problemidir.

Mertebeler:
1. Good People (Kendi Yağında Kavrulanlar)
2. Better People (Abba'nın ünlü bir şarkısı var, bildin mi?)
0. Bebeler
-1. Kediler
-Sonsuz. Pislikler

Şakaya bak: Evde içme suyum bitti, mecburen saat 9 gibi akşam Wallgreense gitmek zorunda kaldım. Yoldu gidiyorum; sol taraftan birisi üstüme doğru "catch him, thief" gibi bir şeyler geveledi. Öncelikle anlamadım. Yanı sıra böyle durumlarda kesinlikle üzerime alınmam, kesin başkasına demiştir diyerek umursamadım. Yürümeye devam ediyorum; adam da bağırmaya devam ediyor. Arkamı bir döndüm, adam beni takip edip, thief diye beni gösteriyor. Mecburen durdum, adam da az ilerde barın kapısındaki başka biri ile gülmeye başladı. Şimdi bu nasıl bir komedidir? Ben gülemedim çünkü. Kendi kendime çok gülerim, yani durum ego olayı da değil. Bildiğin espriyi kaçırdım. Şarhoş komedyası sanırım... İşte bu eksi sonsuz seviyesindeki pisliğe örnek.

Good People örneği: Tiyatroya giderken değişiklik olsun diye, aslında daha çok arabamı nereye parkedeceğimi bilemem korkusuyla, otobüsle gitmeye karar verdim. Yanlış yerde bekliyormuşum. Karşı otobüs durağına geçtim. Durakta iri beden gözlüklü bir amca var, nereye gitmek istediğimi sordu, sonra da aynı otobüse bineceğimizi söyledi, sonra şeker var yen mi (şeker meker yok, çok şükür, amin). Karşı yolda da birkaç baayaan kıkırdadı tam bu sırada, bizim amca nedendir bilinmez bir anda dellenip bunlara "oh shut up, bitches!" dedi. Sağolsun ki amca tam inmem gereken durakta bana haber verdi, ki biraz da bu yüzdendir, benim gözümde amca bir Good People, baayaanların gözünde Pislik. Neymiş: Good People olmak da göreceliymiş.

Bebeler ve Kediler bizim onursal seviyelerimiz. Bebelerin olduğu yerde kedilere yallah, işte bu yüzden kediler -1! Ya ya! ;) [Buradaki göz kırpığı birilerine gelsin o zaman :)]

Daha "This Must be the Place" vakasını anlatacağım, bir de apartman boşluğu var... Onları da anlatırım bir vakit inşallah: halalar, kuzenler, sünnet kınaları, sonay, kediler, pireler, şelaleler... Daha ne olsun...

Yorumlar

Popüler Yayınlar