Not Even It is Complicated

Annemle babam evlendikten sonra, büyükbabam inşaatı için arsa verdiği Meydan mahallesindeki üç katlı apartmanın üçüncü katının bahçeye bakan dairesine yerleşmişler. Diğer üç daire ise caddeye bakardı. Caddeye bakan dairelerde iki halam ve amcamlar kalırdı. Geçmiş zaman olarak kullanıyorum çünkü artık sadece en büyük halam yaşıyor orada. 1994 ve sonrasında diğer halam, amcam ve biz, daha merkezi yerde, yine sevgili büyükbabamın arsa satışı sonrası finanse olabildiği S. Zambak apartmanına geçtik. Hem ben hem kardeşim ortaokul yıllarında bu S. Zambak apartmanını kendi ismimize atfedilmiş bir apartman olarak arkadaşlarımıza anlatırdık. Mahalle'de Sarı Zambak apartmanı olduğunu düşünenler de vardı, o zamanların muhtarı dahil. Halbuki apartmanın gerçek ismi Salim Zambak Apartmanıdır, yani bizzat büyükbabamın ismi. Gün itibarı ile oradan da taşındık.


Ben ilk defa günlük tutmaya ortaokul zamanları Ramazanda başlamıştım. Günlük tutmaya da nerden özendiysem? Aslında bunda bile okulun biraz payı olabilir. O zamanki ingilizce öğretmenimiz Maide İşleker, yazma yeteneğimizin gelişmesi için ingilizce günlük tutmayı önermişti. Önce ingilizceden sıkılmış türkçeye geçmiş, ardından bu da yetmemiş, kendimce bir alfabe uydurup, ona göre yazmaya başlamıştım. Tabi önce başka bir kağıtta türkçe yazıyor, sonra bu yazdığımı uydurduğum alfabedeki karşılığına göre çeviriyordum. Böyle bir zahmete girmemin sebebi de olur da birisi günlüğü bulursa, okuyup da anlamasın diye. Günlüğümde çok da önemli bir şey olmamakla birlikte, kimsenin günlüğümü bulma gibi bir zahmete girişmeye niyeti yoktu. Yıllar sonra okuyunca, çocuk aklının ne kadar da komik olduğunu farkediyor insan. Yazdığım gün özetleri ya haftalığımı nasıl harcadığımla ilgiliydi, ya oruç tutmanın zorlukları, ya da yaklaşmakta olan din külltürü sınavının zorluğu. Benim için matematik değil, din kültürü zordu: bu konuda çok kültürsüzdüm ya da bu kültüre pek de açık değildim. Sonra bu şifreli yazı çok uğraştırıcı gelip türkçe yazmaya başlamış, tabi nasıl büyük bir hata yaptığımı kardeşimin kuzenle onu bulup okumalarından, ardından da benle dalga geçmelerinden anlamıştım. Şifreye geri dönemezdim, çok zahmetliydi, o yüzden ben de günlükte yalan yanlış şeyler yazmaya ve bulunması kolay bir yerde bırakmaya başladım: kardeşimin bizzat kendi odası gibi. Çocuk aklı işte... Hikayeleri tutarlı süslemeye başlamak çok zordu tabii... Büyüdükçe günlük aylık, aylık yıllık oldu... En son üniversitedeyken sırf anı olsun diye bir şeyler karaladığımı hatırlıyorum. 

Meydan mahallesi ve ordaki üç katlı apartmanda - apartmanın ismi niye yoktu ki - ilkokul yıllarım geçti. Amcamın çocukları aşağı yukarı yaşıtlarımdı, halamın çocukları bizden biraz daha büyüklerdi: abiler ablalar kategorisi. Büyük oldukları için daha çok bilecekleri varsayılarak, ünite başlarında okuduğumuzu anlama ile alakalı soruları içeren ödevlere hep birlikte yardımcı olurlardı. Sağolsun ki babam topladığı kuponlar sayesinde evimizin kitaplığını meydan louresse, ana brittanica ve şu an ismini hatırlamadığım kırmızı ciltli bir ansiklopediyle doldurmuştu da soruların cevaplarına oradan bakıyorduk. 

Tam da şu an benden çok iyi baba değil de, mükemmel bir dede olacağını düşünüyordum. Bu bir çelişki midir bir düşünün. Baba bir çocuğu dünyaya getirmekse imkansız, fakat dünyaya getirme artı sorumluluk ise, olabilir bi şey. Varsayım olarak konuşuyorum, tamamen farazı şimdi yazacaklarım. Bu yüzden değer yargılarınızın oklarını bir müddet tutun ellerinizde: Bir çocuğu patlattıktan sonra annesini terkeder, yaklaşık  18 sene sonra... Kendi değer yargılarım bile bunu yazmaya izin vermedi... Kesinlikle imkansız bir şey... 

Kardeşimle ben sık sık halamlara kaçardık. Burda bahsettiğim büyük halamlar ve onların çocukları. Ortanca halamların (bir de küçük var) evine çok gitmezdik bilmem niye... Kuzenlerden biri bağlama çalardı, onu karıştırırdım ben. Emrah dinlerdi, teyipten onu çalardım gizli gizli... Belki de arabesk ve Yıldız Tilbeye olan ilgimin temeli budur :) İki gözüm iki çeşme yanaklarım ıslanır... Alt yapıya bak! Halamın kızları, yaşları yakın olduğundan birbirleri ile geçinemezlerdi ergenken. Biz de civarda olduğumuzdan, yanı sıra küçücük apartman, her mutfağın penceresi apartman dairesine bağlanırdı, onların bazı bazı kavgalarına tanıklık ederdik. Biri ötekine bağırır, sonra bu konu halama yansırdı. Halam da sessiz, pek araya girmezdi, kendi kendilerine çözülürdü olay. Bir keresinde kavga ediyorlar, şimdi konuyu hatırlamıyorum. fakat diyaloğun şu kısmını hatırlıyorum:

  B: Vallaha saçını öyle bir yolarım ki ağzın açık kalır.
  S: Hahay. Sanki benim elim armut toplayacak. Ben de senin saçını yolarım.

Sonra yoluşmadılar. Aradaki muhabbet şu an bana komik geldiği gibi onlara da komik gelmiş olmalı ki gülmeye başladılar. 

Sünnetimin olduğu gün, annemler alışveriş ve lojistik hazırlıklar sebebi ile halamlarla dışarı çıkmışlar ve beni ortanca kuzenime (B) bırakmışlardı. Beş yaşındayım. ertesi gün sünnet var, çok stresli bir olay. Vücudum strese dayanamamış olacak ki kınanın olduğu akşam ateşim çıkmıştı. Kına erkekler için damda, kadınlar için ise arka bahçede olmuştu. Erkekler muhabbet edip sigara içiyorlardı daha çok. Bir noktada annem beni bahçeye götürdü, ele kına yakma olayları... 

Sünnet bir salonda oldu... Almanyadaki amcamın iki oğlu ile birlikte. Kına sırasında onların olduklarına dair hiçbir şey hatırlamıyorum nedense... 

Başka bir şey daha hatırladııım:

Şimdi babamlar dört erkek kardeş: babam, almanyadaki amcam, karşı komşu amcam, bir de en küçük amcam. Evde sünnet pelerinleri ile foto çekiliyoruz. Doğal olarak karşı komşumuz olan amcamın oğlu da bizim yanımıza gelmiş ve fotoğrafa dahil olmak istemiş. Ben bu kuzenimi, pisliğine, ittiğimi hatırlıyorum fotoğraf çekilirken. Sebeb de şu: o sünnet olmuyor, biz oluyoruz. Yahu ne gıcıkmışım ben. Sanırım fotoğrafı çeken küçük amcamdı. Elektronik fotoğraf makinesinin olmadığı zamanlar... Ekonomik olmak sebebiyle sadece bir tane çekilmiş o fotoğraf, ve o karede sünnet olan üç kuzen yanyana, diğer kuzen aynı karede fakat biraz uzakta... O kuzenimden yaptığım şey için şimdi çok özür diliyor ve olur da bir fotoğraf çekilirsek, beni bir kere fotoğraf çekilirken itmesine izin veriyorum. GICCIKMIŞIM ben bildiğin.

Sünnet sırasında kivrem olaydan sonra oturduğum sandalyeyi ileri geri sallıyor, fakat bu uğraşı ne ağıdımı ne de acımı birazcık bile dindirmiyordu. Erkekliğe atılan fizyolojik acılı ilk adımıdır sünnet hayatın. Sünnetten sonra toplanan onca hediye, para ve altını sırf kendin için harcayamamak da cabası... Siz siz olun, eğer beş yaşındaysanız, ve arabanın vitesi 1de bırakılmışsa, o kontağı inatla sonuna kadar çevirmeyin! 

14 Şubat Kızıl Sonja'nın doğum günüydü. Bu arada herkesin sevgililer günü kutlu olsun. Kesinlikle gereksiz bir gün, fakat bir erkek bu günün gereksizliğini sadece bir ilişki içerisindeyken anlayabiliyor. 

Not Even It ıs Complıcated

Yorumlar

Popüler Yayınlar