Oldu!
Yeşildi!
Alnını yasladığı otobüsün deri tutamacının girintileri cildine tesir edebilene kadar tam 2 saat 14 dakika geçti. Kağıthane otobüsünün beklemek zorunda olduğu 7inci trafikti, tam tamına bu hafta yedi seferdir aynı yerde benzer kazalar olup bitmekte, teneke bütünleri birbirine girmekte, birkaç insan ya can çekişiyor, ya ufak sıyrıklarla kurtuluyor, ya da ölüyordu... Şoför bu beklemeden de sıkılıp sigarasını yakıp dumanını, kıytırdığı pencereden hafif hafif üfledi, ilk sırada pazar çantası ile oturan teyze de gücünün yettiği kadarı ile yüzünü ekşitti ve daha fazlasını yapamadı...
Alnında şimdi tersten TC yazıyordu... Bu gün de TC malı olmak düşmüştü yüreğine... Eğer istemeye istemeye düşünmeseydi bir önceki geceyi bu kadar çok, ne TC malı olurdu şimdi, ne de elleri bu madenimsi deri kokusuna maruz kalırdı.
-Oğlum bir sürü yer var, niye oturmuyorsun?
-Sağol teyze!
Deyince oturdu. Hep itaat ederdi zaten etraftan verilen komutlara... Gel, git, otur, kalk, ye, iç, sıç, yat, kalk, yaşa, öl... Bu sefer de teyzeye uydu. Nasıl bir sebeble karşı gelebilirdi ki oturmaya? Ayaklarının oturunca uyuşması mı? Ayakta kalınca oksijenin burnunun bulunduğu üst yüzeyde daha kaliteli olduğu mu, daha zinde olmak mı? "Sanane teyze mi" deseydi? Her seferinde istenen sınırların dışında kalırdı. En iyisi oturmaktı, o da oturdu...
2 saat 17 dakikadır ayaktaydı da, bu kadar oturak ne ara boşaldı, farketmedi adam? Hep mi boştu? Trafikten usanan yolcular otobüsten akın akın mı indi de böyle boşaldı bunlar? Geçen hafta akın akın boşalınca, akına uyup o da inmişti otobüsten bir koyun gibi. Bu kadar insanın bir bildiği vardı kesin, matemetiğini hesaplamışlar, gerekli denklemlere bilinenleri koymuşlar ve en kazançlı yol olan otobüsten inmeyi seçmişlerdi. Bu sefer inen olmadı herhalde, olsa yine koyun gibi inerdi yoksa peşlerinden... Adamın koyun içgüdüsü bozulmuş olabilir miydi bir günde?
Dün gece saat ikide kendini simitçi de bulmuştu. Bardan dönen bir başkası onu görünce sormuştu napıyor orada bir başına diye...
-Bilmiyorum...
Belki gepettonun yontuğundan insan olunuyorsa, bazen insanlara da tersi oluyordu. Dün akşam bilinmeyen güçlerce ellerine ayaklarına ipler bağlanmış, iradesizce yürümesi sağlanmıştı ta simitçiye kadar...
-Aşık mısın oğlum :)
-Yok oğlum ne alaka... Uyuyamadım.
Şimdi de burnu uzuyordu, kesin bilinmeyen güçler insanlığından kukla yapmayı başarmışlardı. Fiziksel bir tepkime olması gerek ki başladığı yere geri dönebilmişti herhal... Herhal...
Adidas siyah üstü beyaz çizgili kapının önündeki ayakkabılar... Aklında şimdi onlar vardı... I. Beyaz'ın spor ayakkabıları...
Bir yıl geçti... Hiçbir şey söylemedi... Kelimeler o zaman ağır çekerdi tartıda, adına dünya derler o tartıda...
Bir yıl daha geçti...
O değildi...
Gücü gitmeye yetti sadece...
Gücü zaten ancak gitmelere yeterdi, kalmalarda kalabalıklar hep yalnızlığını çığırırdı suratına... O da bu yüzden gitti... Giderken kendi rengini bırakıp beyaz olmaya karar verdi... Bir beyazı anlamak ancak beyaz olmaktan geçerdi, yeşilini bırakıp en temiz halini aldı...
Beyaz oldu!
İki sene geçti. Siyah büyük bir araba girdi aklına... Evin önünden geçen, bazen duran, bazen durmayan, siyah büyük bir araba... İçinde bir siyah yaşardı... Yedi kocalı siyah derlerdi adına sıksık koca değiştirdiği için... Onun beyaz olduğu senelerde karşısına siyah arabalı siyahın girmesi ilginçti, kaderdi kesin, kaderdi tabi...
Beyaz siyaha edebi bekaretini verdi (citation needed). Siyah istedi diye değil, beyazın edebi bekaretini veresi vardı, siyahın da kesin edebi zinaya tutkusu... Bir mart gecesi beyaz, isminin sahibini anladı, hak verdi I. Beyaza...
O değildi.
Aynı gece de siyah oldu beyaz... Ukalalığı ile, egosuyla bütünleşmiş bir siyah olmaya karar verdi... Olduğu gibi değil de karanlığın en karası, gizemin en gizi oldu...
Anlamak için siyah olmak gerekirdi, o da yılların bütün saflığını, aptallığını, geleneksel temizliğini bırakıp, siyah olmaya başladı: zifte bulandı, geceye karıştı, gözlerini kapatıp sesleri dinlemeye başladı gecenin, seslerle yolunu bumaya çalıştı karanlıkta.
Siyah oldu!
Bir sene geçti...
II. Beyaz'ın verdiği kırmızı bir şeker girdi bu sefer aklına... Sırf hatıra olsun diye sakladı şekeri, Aynı günler karar verdi böyle hatıra eşyalarından oluşan, kendine ait cyber bir müze kurmaya: kelimelerden oluşan kolonların üstüne, sadece siyah ve beyazdan ibaret tuvaller koyacaktı... Her rengin yanında bir fon müziği çalacaktı... Girenlere kırmızı şekerler verilip, "iyiki de girdiğiniz, lüzumundan da fazla girdiniz" denip müzeden defedileceklerdi. Müzenin misafirperverliği bu kadarına izin veriyordu...
Zifte ve karanlığa bulanınca siyah, isminin sahibi gibi, kendini bir bok sandı...
Geceye karışmak için kanatlara ihtiyaç vardı... Şekerin sahibi II. Beyaz'ın kanatları vardı, onunla uçabilmek için o da kanat satın aldı. Kanatların ederi beklediğinden de fazlaydı... Siyah pervasızca ruhunu verdi kanatları olsun diye... Uçmayı bilmeden ve uğrunda feda ettiği şeyin yüceliğini anlamadan kanatları aldı, uçmaya çalıştı ve yeri bulması sadece saniyeler aldı...
Ve siyahı anladı. Anlamak için siyah olmak şarttı, o da olmuştu, böylelikle anladı...
O değildi.
Şimdi de beyazı anlamak gerekirdi... O da oldu, uçmak isteyen ama uçamayan kanatlı bir beyaz oldu :)
Beyaz oldu!
Yorumlar
Yorum Gönder