Şüheda'dan Arsız Ölüm

Birileri girerken hayatımıza bize şarkılarını da getirirler, onlar bilmeseler de bu şarkıları, benim bilmemle, zaman ve mekandan bağımsız bir şekilde rastgelen bu şarkılar adanmış olduklarını hatırlatıyorlar... Yeni eklenen ise Emre Kaya'dan Ayna... Günlerdir kafam döngüye girip bu şarkıya takıldı... 


Sevgili "Arsız Ölüm",

Bu romanı başkalarına önermiş olsam da henüz okumak nasip olmadı. Bana da başkası önermişti yıllar önce, fakat konu bu değil.

Konumuz bazı şeylerin söylenmesinin mi yoksa söylenmeyip saklı kalmasının, zamana bırakılıp çözülmesinin, ya da sırf birileri duymak istemiyor diye, adaptan, nezaketten içinde tutmanın mı daha iyi, ya da daha doğru olup olmadığı sorunsalı!

Örneğin ortaokul ya da lise yıllarında çıraklık yaptığım bir yaz, benimle çıraklık yapan birisi, arkadaş demeye dilim varmıyor, işten çıkacağı zaman herkese küçük kağıtlar üzerine notlar yazmıştı: fakat hepsi de birbirinden eleştirel ve iç acıtıcı notlar... Çocuk herkesin zayıf veya rahatsız yanını saptayıp kağıda yazmaktan çekinmemiş. Bütün kalfalar sinir küpüne dönmüştü bu kağıtların ardından. "Onu bir daha buralarda görürsem ağzını yüzünü dağıtacağım, o. ç." vakaları... Şimdi dönüp baktığımda çocuğun yaptığı şeyin herkesin yapmak isteyip de yapamadığı bir şey olduğunu farkettim. Hepimiz bazılarına hadlerini bildirmek istiyoruz; üslubun düzgün olduğu söyleyişlerle bazıları belki izaya getirilebilir bile...

Fakat benim derdim had bildirmekten çok keşkeleri aza indirebilme çabası. Özellikle bazı güzelliklerin seni canlandırdığı rengine renk kattığı anlar vardır ya, işte o anlar yitip gitmeden, içimizdeki o serinlikler kurumadan söze dökebilme isteği... Çünkü bazı sözler yeri geldiğinde söylenmediğinde, söylenmeyen şeylerin zaman içerisinde tam da aksi bir hal aldığını gördüm. Aşk bile nefrete dönüşebilirmiş: gerçekten de ikisinin arasında zar gibi ince bir tül varmış...

O yüzden Sevgili Arsız Ölüm'ü yazmaya karar verdim. 27 Ekim 2015 saat 4:10 pm itibariyle başlıyorum...

Belki bir uçak yolculuğunda doğum gününü anons edemedim, belki o kadar romantik değildim, ya da kendine güvenli... Bir taraftan bakarsan bu da bir çeşit anons aslında. Öyle ki, uçakta herkesin tam da kulaklıklarını takıp en sevdikleri şarkıyı dinleyip anonsu umursamayacaklarını varsayarsak, buradaki yazı ile olası anons birebir örten olabilir.

Bir arkadaşım evlilik teklifini eşinden bir stadta bir maç sırasında arkadaşlarının da organize olması yardımı ile almıştı. Ne kadar şairaneydi, ne kadar karşısındakini sevdiğini değer verdiğini gösteren bir hareketti dışarıdan. Ben yapamazdım oysa... Gücüm yetmezdi ne arkadaşlarımı organize etmeye, ne de aniden "point of attention" olmaya. Futbola olan alakasızlığımdan hiç bahsetmiyorum bile... Ama şu sıralar konu sen değil benmişim: kim olsa yapamazdım öyle göze çarpıcı, dışa vurumcu bir davranış. Benim sessizliklerimde gömülü sevgilerim olmuş hep, dışarıya hiç de belli edemediğim, edilemeyen ya da. Göze çarpmazdım genelde, göze çarpmayacak kadar basitti sevgilerim benim. İki kelimeyi bir araya getiremiyorum bazen. Durdurmaya gücüm yetmiyor kelimelerimi. Gitmeye karar verdimi biri, durdurmaktansa özgür bırakmayı tercih ediyorum ötekini. Sorumluluk almak istemeyişimden; ya da kendim olur da batacak olursam, benimle birlikte başkasını da dibe çekmek istemeyişimden bu.

Kağıda yazılı bir evlenme teklifim de oldu: hatırladıkça gülüyorum. Kütüphane kapısından girerken aklımdan yazacağım sözlerin ağdalık entalpisini, söz sırasını, yanısıra söylendiğinde karşıdaki afeti devranda yaratabileceği sarsıntıları düşünüyordum. Komikti çünkü ne evlilik vuku bulacaktı ne de teklifi... Sarsıntıların karşımdaki ruhta yaratılması dizayn edilmişken, gördüklerimle üstünde yürüdüğüm kayalık hafif hafif sarsıldı. Afeti devran başka biri ile cilveleşiyordu kafamı 45 derece yukarı kaldırdığımda... Vazgeçip yukarı çıkmaktan, dümdüz yürüyüp koridorun sonundaki kübikıla attım kendimi... Masaya oturdum... Doldurmuş olduğum kahvemi bardağından direk yere boşalttım. Bana ne kazandırdı bilmem... Yayıldıkça kahve, önümdeki kübikılda oturan asyalı bir kızın ilgisini cezbetti ve arkasını dönüp benden bir açıklama bekledi: "it was an accident, I will find a mop and clean this mess, sorry!" Mop falan bulmadım... Sakin sakin terkettim bulunduğum yeri sonra... Benim evlilik tekliflerim ancak bu kadar orijinal olabilir işte: bu kadar basit, bu kadar komik, bu kadar gerçekleşmekten uzak... Ama ne için teklif eder insan evliliği, ne gerek vardır janjana... 

Yine hızlı ve düşünmeden bir karar alıp elim insagramda seni artık follow etmeme tuşuna gitti ve işte o sırada başladım ağlamaya... Yapamadım. Çok zor geldi senin artık orada da olmaman. Belki bu bile içimde bir umut olduğunu gösterir.

Belki sana yalan söyledim, belki çok belki az... Aslında az... 

Ama sanırım seni çok sevmişim. İnsanın sevdiğinden vazgeçmesi zor değil midir... 

Neyi ispatlamaya çalıştığımı bilmiyorum. 

İşte benim için bir günün özeti bu... Bir şekilde bir şeyler seni bana hatırlatıyor ve bundan çıkmanın bir yolu yok gibi...

Mutlu olmamanı istememek ne demek? Tabi ki isterim.

Bugünlerde çok bir şey istemiyorum: En çok bir sonraki gün binlerce hikayesi olan adamla bir kavşaktan geçerken karşılaşmayı, beni durdurmasını, ve en önemli hikayesini anlatmasını... Çok bir şey değil bu... 

Artık yazamıyorum....

Söyleyeceklerim bu kadar şimdilik... Ve artık uyuyabilirim...

Yorumlar

Popüler Yayınlar