Kaplanköyü Derler Adına
Köyümüze ilk geldiğimizde henüz 27 yaşındaydım. Hiç de genç değilmişim, 24ünde veya 25inde insanlarla tanıştım orada, 27 geç kalınmış bir yaş olmuş köyümüze adım atmak için.
Tarihlerimiz 20 Ağustosu gösterirken, uçağım ağır ağır Greenville havaalanına inmekteydi. Açıkçası ne kadar uzaklıkta hangi havaalanı var bilmiyordum o zamanlar. Şans eseri Greenville'e bilet almışım, ve bu sayede de kimseye çok fazla külfet olmamış.
İnsanların birilerini havaalanından almanın güç, lüzumsuz, sıkıntılı olduğu zamanlardan bahsediyorum. Hele hele hiç tanımadıkları bir insan geliyorsa köylerine, güle oynaya karşılamaya gelecekleri yok ya... Ne kadar gümbürtü olsa da, birileri başka birilerine duymak istemeyecekleri sözler sarfetmiş olsa da, nihayetinde sağolsun birileri karşılamaya gelmişti beni. Köy sınırları içerisinde kebab yenecek bir yer olamadığından, greenville'e geldiğimiz gibi orta doğu restoranında aldık soluğu... Bu restorana sonraları sırf kebab yemek için sıksık gider olduk...
Her şey yeniydi... Bizi arabayla evin önüne bıraktılar... İçeri girdik, giriş katında siyahlı lacivertli bir koltuk, mutafığın oturma odasına bakan kısmının hemen önünde yemek masası olsun diye konmuş bir ofis masası, köşeye iliştirilmiş raflı kitapsız kitaplık... Üst kata çıkmamıştım henüz. Bahçeye açılan kapımsı pencereyi açıp dışarı çıktım. Havuza doğru yürüdük. Gelmeden önce google mapten bakmıştım kalacağımız yere... Havuz kocaman görünüyordu orada... O kadar da büyük olmadığını o gün anladım... Ama lüzumu yoktu, çünkü o havuz bile çok kere keyif vermişti...
Eve geri dönüp üst kata çıktım. Bir yatak vardı ikinci el... Diğer odada da çalışma masası ve sandalye...
Aşağıdaki koltuk sidik kokuyordu, nerden aklımıza geldiyse çamaşır suyu ile yıkamaya karar verdik... Kokunun gitmesi gerekirken daha da beter hale gelmesin mi? Ne yapacağımızı şaşırmıştık... Allahtan bırkaç ay sonra craiglistten ikinci el sarı bir koltuk bulduk da bu sidikli koltuklardan kurtulduk... Sevgili sarı koltuklarımız! Köşesinden kimin olduğunu bilmediğimiz kumanda çıkmıştı. O zaman araba varmıydı daha hatırlamıyorum, sanırım yoktu, bu yüzden koltuğun sahibi kendi vanı ile getirmişti koltukları, hatta eve taşırken de yardımcı olmuştu...
Arabayı almaya da Charlotte'a gitmiştik. O zamanlar araba sürmeyi de bilmiyorum. Korka korka geri dönmüştüm köye... Araba hakkında da bilgim yoktu, kelle koltukta almıştık resmen arabayı...
Araba almadan önce otobüs nereye götürürse oraya giderdik. Walmarta otobüsle gitmiştik misal bir cuma günü, insanlara rica etmeye çekindiğimiz zamanlar... Evin civarındaki yerleri keşfetmeye çalışırdık bir de... İngles gibi, Hardees gibi... Yemek yemeye bir fastfood restoranına gitmek ne garip değil mi? İngles'a gitmek için de kestirme bulmamız 1 ay falan aldı... O kestirmeyi de google mapten bulmuştum. Ah google map, sen nelere kadirsin :)
Sonra dedim insanlara bir yeri güzel yapan insanlarıdır diye, ne kadar anlatsam da anlamadı bazıları... İnsanlarla iletişimlerimiz sonunda onların bir şeyler öğrenmesini değişmesini isterdim, benim de onlardan bir şeyler kazandığım gibi... Sonra farkettim ki, bazılarının değişmesi zormuş, kimileri bakar, kimileri anlar, kimileri de anlar gibi yaparmış... Hayırlısı, ne yapalım...
Yıllar ne kadar da uzaklaştırıyor her şeyi...
İçimizde bir turuncu gül gibi, kimi kimi mis, kimi kimi diken...
Tarihlerimiz 20 Ağustosu gösterirken, uçağım ağır ağır Greenville havaalanına inmekteydi. Açıkçası ne kadar uzaklıkta hangi havaalanı var bilmiyordum o zamanlar. Şans eseri Greenville'e bilet almışım, ve bu sayede de kimseye çok fazla külfet olmamış.
İnsanların birilerini havaalanından almanın güç, lüzumsuz, sıkıntılı olduğu zamanlardan bahsediyorum. Hele hele hiç tanımadıkları bir insan geliyorsa köylerine, güle oynaya karşılamaya gelecekleri yok ya... Ne kadar gümbürtü olsa da, birileri başka birilerine duymak istemeyecekleri sözler sarfetmiş olsa da, nihayetinde sağolsun birileri karşılamaya gelmişti beni. Köy sınırları içerisinde kebab yenecek bir yer olamadığından, greenville'e geldiğimiz gibi orta doğu restoranında aldık soluğu... Bu restorana sonraları sırf kebab yemek için sıksık gider olduk...
Her şey yeniydi... Bizi arabayla evin önüne bıraktılar... İçeri girdik, giriş katında siyahlı lacivertli bir koltuk, mutafığın oturma odasına bakan kısmının hemen önünde yemek masası olsun diye konmuş bir ofis masası, köşeye iliştirilmiş raflı kitapsız kitaplık... Üst kata çıkmamıştım henüz. Bahçeye açılan kapımsı pencereyi açıp dışarı çıktım. Havuza doğru yürüdük. Gelmeden önce google mapten bakmıştım kalacağımız yere... Havuz kocaman görünüyordu orada... O kadar da büyük olmadığını o gün anladım... Ama lüzumu yoktu, çünkü o havuz bile çok kere keyif vermişti...
Eve geri dönüp üst kata çıktım. Bir yatak vardı ikinci el... Diğer odada da çalışma masası ve sandalye...
Aşağıdaki koltuk sidik kokuyordu, nerden aklımıza geldiyse çamaşır suyu ile yıkamaya karar verdik... Kokunun gitmesi gerekirken daha da beter hale gelmesin mi? Ne yapacağımızı şaşırmıştık... Allahtan bırkaç ay sonra craiglistten ikinci el sarı bir koltuk bulduk da bu sidikli koltuklardan kurtulduk... Sevgili sarı koltuklarımız! Köşesinden kimin olduğunu bilmediğimiz kumanda çıkmıştı. O zaman araba varmıydı daha hatırlamıyorum, sanırım yoktu, bu yüzden koltuğun sahibi kendi vanı ile getirmişti koltukları, hatta eve taşırken de yardımcı olmuştu...
Arabayı almaya da Charlotte'a gitmiştik. O zamanlar araba sürmeyi de bilmiyorum. Korka korka geri dönmüştüm köye... Araba hakkında da bilgim yoktu, kelle koltukta almıştık resmen arabayı...
Araba almadan önce otobüs nereye götürürse oraya giderdik. Walmarta otobüsle gitmiştik misal bir cuma günü, insanlara rica etmeye çekindiğimiz zamanlar... Evin civarındaki yerleri keşfetmeye çalışırdık bir de... İngles gibi, Hardees gibi... Yemek yemeye bir fastfood restoranına gitmek ne garip değil mi? İngles'a gitmek için de kestirme bulmamız 1 ay falan aldı... O kestirmeyi de google mapten bulmuştum. Ah google map, sen nelere kadirsin :)
Sonra dedim insanlara bir yeri güzel yapan insanlarıdır diye, ne kadar anlatsam da anlamadı bazıları... İnsanlarla iletişimlerimiz sonunda onların bir şeyler öğrenmesini değişmesini isterdim, benim de onlardan bir şeyler kazandığım gibi... Sonra farkettim ki, bazılarının değişmesi zormuş, kimileri bakar, kimileri anlar, kimileri de anlar gibi yaparmış... Hayırlısı, ne yapalım...
Yıllar ne kadar da uzaklaştırıyor her şeyi...
İçimizde bir turuncu gül gibi, kimi kimi mis, kimi kimi diken...
Yorumlar
Yorum Gönder