Beklemede
Las Vegas da bir şehir nihayetinde. Üzerinde çok fazla bir araştırma yapmadığım için şehir hakkında bildiğim dürüst olmam gerekirse kısıtlı ve herkesçe bilinen şeyler. Çölün ortasına inşa edilmiş bir şehir, borular yardımı ile diğer yerlerden su getiriliyor diye duymuştum, bir şehir efsanesi olabilir bu son dediğim. Kumarla ün kazanmış bir şehirde hiç para harcamadan, yeme icme ve konaklamayi saymazsak, zaman geçirdim. Özellikle strip üzerinde sizinle gereksiz şekilde samimi olmaya çalışan birkaç kişi, elinize foto sıkıştırmaya çalışanlardan bahsediyorum, başkalarının çok ilgisini çekebilir, ama ben uzaklarında olmaya çabaladım. Efendi çizgimize bir tehdittir öyleleri başkalarının yanında...
Uçak inerken yeryüzü şekilleri hoşuma gitti, öyle ki grand kanyonu pek göresim yoktu, artık zamanımı uydurabilirsem özellikle bunun için Las Vegasa tekrar gitmek isterim. Milwaukee'de karla kışla boğuşurken Las Vegas'ın 70 derece sıcaklarına inmek kadar keyifli bir şey yoktu tabii. Bunun dışında Las Vegas'ı çok da abartmaya gerek yok, çölün ortasında varolan bir şehir ne kadar albenili olabilirse o kadar albenili bir şehir işte... Adana'yi da Turkiye'nin Las Vegasi yapacaklarini duymustum birilerinden Adana'ya en son ziyaretimde. Adana'nin neresini nasil Las Vegasa benzedecekler, hala anlamis degilim dogrusu.
***
Küçükken teyzem beni annemin kuzeninin oğluyla çok karşılaştırırdı. Sırf muzipliğine yaptığı şeyle çocuğa karşı, şimdi benim yaşımdaki birinden çocuk diye bahsetmek garip geldi burada nedense, öyle bir antipati besledim ki şu an bile o duyguyu çok iyi hatırlıyorum. Aslında tam antipati ya da nefret denemez, daha çok bizi olası arkadaşlığımızdan uzaklaştırdı diyelim. Çocukla belki de çok iyi arkadaş olacaktık, fakat her ne hikmetse, ikimizde aynı ortamda ayrı iki soğuk nevare olup çıktık. Çocuklar yanyana uslu uslu oturmak yerine evin orasını burasını karıştırır, bilemedin, orda burda bilenen çocuk oyunları oynar. Biz, birimiz bir döşekte, ötekimiz ötekinde hiç konuşmadan uslu uslu otururduk. Teyzem de az değildi. Ne zaman beni görse, "X şunu yaptı, bunu aldı, sen ne yaptın bakalım?" derdi. Ben de teyzeme çıkışırdım kendimce: "bana ne ya X'den, alla alla". Bu böyle oturdu kaldı, biz uzun bir süre pek de konuşmadık, ya da konuşmaya çekindik nedense, sonra birkaç düğünde denk geldik de artık az da olsa hal hatır sorabilir hale geldik. Çocukluk işte...
Bu bahsettiğim uzaktan kuzenim, teyzemin eşi Nazif Amcanın da yiğeni olur. Zaten daha çok Nazif Amcamın babasının evlerinde adak yemekleri verilirken görürdüm. 3 katlı o eve iki tarafı sıra sıra portakal ağaçları dolu ince bir dökme yoldan varırdık. Portakal ağaçlarının bitimi geniş bir avluya ulaşırdı, bu avluda da kurbanlar kesilir, ardından da yemek yenirdi. Nazif Amcanın babası yaşıyordu o zamanlar, annesini, aynı zamanda nenemin kardeşi olur, göremedim, fakat çocukluğunda babasıyla tanışmak nasip olmuştu: Tahir Dede. Aksi biri diye hatırlıyorum. Genelde bahçede bir başına otururken önünden geçenleri bastonuyla döverdi, her ne hikmetse genelde de bu baston bazı gelinlerine denk gelirdi. Bunu gören öteki gelinler ve Tahir Dedenin kızları gülerdi sanki bir sonraki kendileri olmazlarmış gibi.
Sonra oradaki eve ne oldu gerçekten? Yıkıldı belki...
Sonra oradaki eve ne oldu gerçekten? Yıkıldı belki...
***
"Sana gül bahçesi vadetmedim" de bitmedi bir türlü. Umarım ikinci bir Goriot Baba vakası olmaz...
Yorumlar
Yorum Gönder