Caceyli Cala Cula
Nasıl oldu da kendimi 1966 yılı çekilmiş Çalıkuşu izlerken buldum bilmiyorum: terrain of thought salınımının bilgisayar üzerindeki bir versiyonu: millenyum sonrası terrain of thought...
Filmde yok yok fakat. Feride rolünde Türkan Şoray, Kamuran'ı Kartal Tibet oynuyor. Aşırı iyi insan rolünde de Kadir Savun var, benim ilkokul zamanı isim şehir oynarken K harfinde ünlü diye direttiğim şahıs. Nereden bulmuşum böyle bir ünlüyü, yaşım o kadar büyük mü bilmiyordum. Gerçi orta yaşa yaklaşmışım: ORTA YAŞ SENDROMU ACTIVATED :)
Bunun dışında filmdeki aklımda kalan isimler: Nubar Terziyan, Bedia Muvahhit (Kendisi ilk Müslüman Türk Kadın Oyuncuymuş), Vahi Öz (Bediaa), ve Aliye Rona var. Aliye Rona'nın çocukları korkutma sahnesi var ki gülmekten gözümden yaş geldi:
Kabir azabı nedir bilir misiniz? Kabir nedir?
Yarın öleceksiniz. Hepiniz öleceksiniz. Mezarlara atacaklar sizi.
Böyle devam ediyor nutkuna, Çocukların gözlerindeki dehşete dikkat tabii. Nasıl gözünü berin demişse yönetmen, hepsi ayrı bir göz berme performansı sergilemiş çocukların... Öncesinde alfabeyi caceyci calacula eşliğinde öğreniyorlar; neden şimdi de denemiyoruz ki birinci sınıfta. Şarkı ile alfabe öğrenimi...
Çocuk oyunculardan Parla Şenol ile Zeynep Değirmenciyi bir filmde ilk defa birlikte gördüm. Ben bunların aynı zamanın çocuk oyuncuları olduklarını bilmiyordum lakin. Parla Şenol çocuk Feride'yi, Zeynep Değirmencioğlu da Muniseyi oynuyor...
Çocukken kitabını okumuş ve bayağı sevmiştim. Hatta o hızla akabinde Yaprak Dökümü ile Kızılcık Dallarını okumuştum Reşat Nuri Gültekin'in. O dönem bu hikayenin gazıyla aile içinde kuzene aşık olma durumları baş göstermiş. Yalan da değil, bizim ailede de var bunun örnekleri... Tabi sadece Çalıkuşu'na refer etmek yeterli değil bizim ailedeki durum için. Tanrı misafiri adı altında görücü denilen şey henüz o zamanlar popüler değilmiş...
Neyse... Filmi izleyince, siyah beyazlıktan mıdır, yoksa 60larda çekildiğinden midir, annemin halası aklıma geldi nedense. Avrupa Yakasındaki Dilber halayı görünce, annemin halasından esinlenildiğini düşünmüştüm. Parizyenlenmiş şişman bacaklar, şişe altı kalınlıkta gözlük, ve adını bilmediğim saçı saklamaya çalışan ilginç takkemsi şey... Sevim Hala'nın evi deyince, o zamanki ramazan bayramlarına özgü nane şeker kokusu geliyor burnuma... Eşi Nail Amca... Allah topraklarını bol etsin... Severek evlenmiş, çocukları olmamış. Ailede doğruluğu tartışılır bir hikaye dönüyordu bu Sevim Hala ile ilgili: Çocukları olmayınca, ve teyzemin de anaçlığına bereket üç çocuk üstüne bir sefer daha hamile kalınca - gerçi 4 çocuk iyidir - büyük hala teyzemden doğacak olan çocuğu kendisine vermesini istemiş; teyzem de ayıp olmasın diye, idareten, yaşıtım kuzenime Büyük Halasının ismini vererek durumu berteraf etmiş. Büyük hala'ya bu durum bile yetmiş. Bizim kuşakta en çok sevdiği çocuk sanırım o kuzenim olmuştur. Birlikte bir sürü resimleri var bu ikisinin.
Akciğer kanserinden, önce Nail amca, birkaç sene sonra da Sevim Hala vefat etti. Sevim Hala'nın son yılları pek de iyi değildi. Şimdi hatırlayamadığım bir sebebten ötürü ameliyata alınmış, zamanın anestezi uzmanları pek de uzman olmadığından, gereğinden fazla narkoz vermişler halaya ameliyat sırasında. Sonrasında Hala hep gülüyordu, o sıradaki bütün çocuklar da onunla birlikte gülüyordu. Annem ve teyzemlerden o sıralar çok azar işitmiş ve terlik yemişizdir. Çocukluk işte... Gerçi şimdi aklıma gelince yine gülüyorum muzip muzip... İçimdeki çocuk...
Bu Halanın bir de büyük ablası vardı. Onu da başka zamana anlatayım. Adanaya bu gidişimde bizimkiler andı da anlatacak bir şeylerim oluştu. O kırıntıyı anlatırken Aliye Rona'ya bağlayacağım var...
Yazıyı Çalıkuşu'ndan bir alıntı ile sonlandıralım :)
Feride: Sevdin mi?
Kamuran: Sevdim.
Feride: Bir daha söyle, n'olur bir daha söyle...
Kamuran: Sevdim, çok sevdim.
Feride: Öyle değil Kamuran. Ben gülbeşeker'i sevdim, de...
Kamuran: Ben gülbeşeker'i çok çok sevdim.
Feride: Ben gülbeşeker'i çok çok çok sevdim, de.
Kamuran: Ben gülbeşeker'i çok çok çok sevdim. Ben gülbeşeker'i senin tahmin edemeyeceğin kadar çok sevdim.
Yıldız Tilbe bi tweetinde, twitter'ı radyo yayınına benzetmişti, o sırada anlamamıştım, şimdi anladım :)
Yorumlar
Yorum Gönder