Zamanı Durduramadım

Zamanı durduramadım.

Hiç öyle becerilerim de olmadı, olamadı.

Ne gibi özel güçlerim oldu da bir zamanı durdurmak kaldı yapamadığım?
Uçmak desen yok, zihin okuma, teleport olabilme desen onlar da yok. Bir tek görünmezlik belki.

Dün biri ile konuşuyorum. Birden konuşmasından "geçmişe pek de takılmayan, geçmişi gerçek mutluluğun sebebi olarak görmeyen" biri olduğunu çıkardım. O an farketmedim ama, şimdi düşünüyorum da, keşke ben de öyle olsam diyorum. Girmesem bu zaman durdurma işlerine. Kalkışmasam bile.

Ama durduramadım işte...

Hani sorarlar ya... "şimdi şu kapıdan kim girse mutlu olurdun birden" diye. Ya da, olacak iş değil de, "sokakta yürürken yalnız başına, kim çıkıp gelse karşıdan sevinirsin" diye sorsalar. Sinan Çetin'in Film Gibi'sine bağlamıyorum. Ya da "telefonunun ekran ışığı yanıp sönse, yine saçma sapan bir spam emaili, mesajı, ya da çağrısı diye düşünürken, kim olsa gülerdi yüzün..."

Sen. Evet evet, sen! Yok sen değil, sen!

Sonra dalıp gidiyorum o ana. An dediysem, bakma... Yani 1 saniye değil... Bir dakika ya da bir güne ait değil... O an ki: yıllara dağılmış.

Resmine bakıp seninle konuşurken buluyorum kendimi. Şimdi soracaksın, "nasıl olup da bir resim böyle bir konuşmayı sağlayabilir" diye.

Ucuz bir şair mısrası olacak: Resmin dünyalar açıyor yüreğimde... yüreğim müzik çalar, resmin de eski bir band kaydı. O yüzden bendeki senle konuşurken buluyorum kendimi.

Kütüphaneye giderdim bazı geceler. Genelde oturduğun bir köşen vardı, oraya giderdim belki bulurum seni diye. Bahaneydi hep gelişlerim. Hep öyle değil midir? Bahane olsun diye bisikletle yolumu uzatıp Starbucks'ın önünden geçtiğimi bilirim. Şimdilerde de Boardwalk'ta bazı akşamlar yürüyorum belki birilerine rastlarım diye. Sen hiç böyle yürüdün mü acaba birilerine rast gelebilmek için? Şimdilerde sen de yürürsün artık gayrı ihtiyari.

Yine bilmeden bir proje biçmişim kendime. Bu sefer ki iki senelik falan da değil. Yanı sıra uğrunda feda edilecek bir şey de kalmamış. Hani 2019'a girmenin, yaşıyor olmanın mutluluğu var. 2013 Aralığının üzerinden tamı tamına 5 sene geçti.

Kimsenin ilgisini çekmeye çalışmadığım bir noktadayım. Gözümün önünden geçen insanlar artık umrumda değil. Çünkü düşündüklerimi kirletmekle geçiyor zaman. Bunun için ayrıca bir gayret göstermeme gerek yok.

Ve sen... Bir başkası... Evet evet, sen! Yok sen değil, sen!

İnsanların böyle bir dönemde açık bir şekilde neyi beğenip beğenmediklerini belirtmeleri ne de güzel. Böylesi seni tam da insan yapıyor.

Başka ucuz bir şair mısrası olacak: Öyle bir insan ki, yağmurlu bir gecede şemsiyesiz kalmış, sırılsıklam olmuşsun, çirkinsin herkesden çok. Perişansın sudan köşe bucak kaçan kediler gibi... Kara kara kuşlar geçiyor o kara ve ıslak gecede... Sen daha da ıslanmayayım isterken, kuşlar kafana pisliyorlar. Daha da çirkinsin. Koşuyorsun, ayağın kayıyor ve kendini çamur göletinin ortasında dizlerinin üstünde buluyorsun. Çirkinsin: kara, ıslak, çamurlu... Gözlerim senin böyleyken fotoğrafını çekiyor. O halin aklımın seninle alakalı dosyasına ulaşıyor. Bende bir resmin vardı, saçlar siyah, gözler "nasıl bir mavi allahım" dediğim. Artık o fotoğrafın önemi yok.

5 aydır yanlış ata oynamışım.

Mavi ekran.

Yeniden başlat.

Bu anlattıklarımın bahsettiğim proje ile hiçbir alakası yok. Bilmeden başlatılan proje şuydu:

- bu arada bu matriksin yok edilip yeniden inşa edilişinin dördüncü versiyonu. Her seferinde farklı şekilde ve daha güzel upgradelerle inşa edildi. Belki de bu yüzdendir ki en son hali henüz çökmedi - ...

Projenin hedefleri çok basit:

  • duygularını yok say - hiç olmamış gibi davran, ve o noktaya bir daha geri dönme. 
  • odaklanılacağın tek bir şey vardı, o da paylaşılabilecek muhabbet ve zaman. 
  • Sebebi de kolay ve anlaşılabilir: "seni bundan fazla kaybetemeyeceğim için olduğun kadar olman da yeterli hayatımda; bundan azı yokluk oluyor".

İnsan her seferinde fazlasını istiyor. Duyguların olduğu bir dönem vardı, insan o ana dönmek istiyor. İçimizdeki çocuğun henüz öldürülmediği anlar. Resmine bakınca o yüzden o ana geri döndüm - o geçmişe. Bir şehirde bir kütüphane, kütüphanede bir köşe, ve köşeye düşen bir gölge. Sonra mavi bir araba, karanlık bir gece, gecede kafasını omzuna yaşlamış bir şarhoş, ve buna kayıtsızca kafa kafaya veren başka bir sarhoş, ve kontrolsuzce kenetlenen... daha henüz 4 yaşındaydım. Daha hiç yürüyemiyordum, belki de doğmamıştım bile...

İşte o ana döndüm ve farkettim ki zamanı durduramıyorum.

Resimler uçup gidiyor, geriye böyle ilginç hisler kalıyor.


Yorumlar

Popüler Yayınlar