Haneler III: Hayata "Hazırlık"
2. Erkek Yurdu: Aileden üniversite sebebiyle memleketinden ayrılan ilk evlat ben olmadım: Benden önce bir kuzenim üniversite için Sivas'a gitmişti. Hatırlarım zaman zaman Adana'ya gelişlerini, çocuk halimizle o teyzemlerde toplandığımız zamanları. Arasıra anlatırdı kız yurduna gidip yaşadığı ilk geceyi. Ağzımızın süt kokusu daha tütmeden kendini bir yurt odasının yalnızlığı sığılaşmış bir ranza köşesinde bulmak ne tuhaftır ama... Uykuya daha dalmadan önce başka bir kuzenimizin onu uyandırıp onu sütlaç yemeğe çağırdığını anlatmıştı. Ben de gittiğim ilk gece bir kuzenimin beni uyandırıp bana helva ikram etmesini bekledim. Ben helvacıydım! Ama ne kuzen vardı hayalimde ne de elime tutuşturulan helva. İşte böyle hikayelerin arasında kendimi belki de ilk defa Adana Otobüs Garında buldum. Acaba HAS mı yoksa Yeni Adana'mıydı ilk bindiğim otobüs firması? Ne farkeder...
Beni tanıyan ailenin bilimum insanları gelmişti otogara: bazı kuzenlerim, bazı halalar dayılar, yengeler... 18 yaşına kadar ben de emeği olan herkes oradaydı. Acaba geçiriyorlar mıydı içlerinden, o şehirden kalıcı olarak belki de gittiğimi, o zamanlar? Sonrasında geceye aktım... Kimbilir kaç kere kendimi o tarz bir otobüste buldum kulağımda bir walkman ile... Ne zorlardım uyuyabileyim diye, ama otobüs seyahatı sırasında uyuyabildiğim çok nadirdir. Ertesi günler zombi gibi olurdum. Adanaya döndüğümde gündüz uyumaya çalışırdım. İlk gittiğimde sanırım yanımda liseden bir arkadaşım da vardı. İnerdim otobüsten Esenlerde. Bizi Hisarüstüne götürecek servisi beklerdim. Ama ne güzel olurdu sonra boğazdan aşağı inmek. Hatırlıyorum da ilk gittiğim zamanı üniversiteye: Güney Kapıdan aşağı inerken manzara ne çok etkilemişti. Böylelikle hayatımın 6 yıl sürecek olan yeni bir dönemi başlamış oldu.
İlk sene kaldığımız oda için pek bir seçme ve seçilme hakkı tanınmamıştı. Kalan elemanlardan sadece biri lise arkadaşımdı, onun dışındaki herkes yeni: bir edirneli, bir aydınlı, bir tokatlı, bir hataylı ve iki adanalı. Odanın yarısında güney baskınlığı varmış. Yine de ben dahil hepimiz birbirinden ilginç insanlardık. İlk zamanlar erken yatma diye diretirdim. Benim dışımda herkes yatağa 2den önce konmazdı. Batakla king ile zaman geçerdi. Sonra ben de alıştım geç yatmaya. İlk sene ile ilgili ingilizce ders çalışmaları, klüp denemeleri, üniversiteye alışma dışında pek bir şey hatırlamıyorum. Yurt odamıza tiyatro ve folklör klübünden üyeler gelip tanıtım yapmışlardı. Nedense folklör klübüne yöneldim, sanırım dönem başlangıcındaki gösterileri etkilemişti. Onun dışında nedense İK'ya, Karikatür Klübüne falan da katılmıştım. İK'ya neden katıldığımı hala bilmem. Zaten ilk tanışmadan sonra hiçbir etkinliklerine, genel eğlenceler dışında, katılmadım. Karikatür klübünün ilk senesi idi, o yüzden ben dahil kimse ne yaptığını bilmiyordu. Bu sayede zamanımın çoğunu - extra curricular activities babında - folklör almıştı. İlginçtir liseden birlikte geldiğimiz birçok arkadaş da bu klübün müzik ya da dans birimlerinde boy gösterdi kısa süreli bile olsa... İsmaille de bu klüp sayesinde arkadaş olmuşuzdur daha çok. Acaba hangi restoranlar hala açıktı o zamanlar? 1. Erkek Yurdunun altında bir market gibi bir yer vardı. Zaman içerisinde önce kapandı, sonra food court havası aldı... İşte varolan restoranlara klüp sonrası yemek için giderdik birlikte.
Onun dışında ingilizce dışında bir ders derdimiz yoktu. Sevgili Semra ve Işıl hocalara hürmetlerimi buradan borç bilirim. Semra Hoca bir bahar günü yazdığım ingilizce kompozisyonu olabilecek en alışılmışın dışında eleştirmişti, öyleki eleştirildiğimi bile anlamadım söyleyiş tarzından: "Seni anlıyorum, aslında senin yazının kalitesizliği ingilizcenden çok ne yazacağını bilememenden kaynaklanıyor. Büyük ihtimalle sen türkçe kompozisyon yazarken de zorluk çekiyorsun." İngilizcemin aslında kötü olmamasına mı sevineyim yoksa genel anlamda o zamanlar fikirsel sığlığımamı üzüleyim bilememiştim. Birkaç hafta sonra da böyle giderse hazirandaki sınavda geçebileceğini düşünmediğini söylemişti. Yalan da değildi. Haziranda kalmıştım :) Her nasıl olduysa, yazın yaz okuluna kalmadan kendi kendime çalışarak geçmiştim ağustostaki sınavı kör topal. Şimdi dönüp bakıyorum da bu ingilizce sınavı da bir nevi direksiyon sınavına benziyor. Aslında biliyorsun da heyecandan elin ayağına karışıyor sınav sırasında ;)
O seneden aklımızdan uçmaya meyil etmiş birkaç insan paylaşayım. Esra, kızıl saçlı kendini farklı göstermeye çalışan entellektüel çakması kız. Onunla otobüste bir yerden bir yerlere gittiğimizi hatırlıyorum. Kimbilir nereden nereye? Adem, felsefe bölümünü kazanmış aşırı felsefeden devreleri yanmış bizden sanki yaşça büyük "a beautiful mind" profesörünün felsefeden şaşmış genç hali... Bu ikisi sanki birbirine yazardı okudukları kitaplardan bahsederek. Kesin Oğuz Ataydan bahsediyorlardı... Sofinin Dünyasından bahsetmelerinden daha iyidir. XYY, makine üzerine PhD yapmaya gelmiş Mersinli çocuk. İsmini hatırlamıyorum. Belki de ilk tanıştığım doktora öğrencisidir. Zaten o noktaya kadar doktoranın ne olduğunu bilmiyordum. Belki de bu XYY benim hayatımda bir BUTTERFLY EFFECT yaratmıştır. Bir de XY diye master yapan bir çocuk vardı. İlginç biri. Yağmurlı bir günde şemsiyesiz kal diye biri beddua etmiş olmalı ki dersin birine sırılsıklam tir tir titreyerek girmişti... Bir de XY2 diye bir environmental science'da okuyan bir kızımız vardı, Semra Hocanın favorisi... Yarı dönemde geçmişti bu. Ve tabiki Nusret Mayın Gemisini de unutmamak gerekir. Bu Nusret bir sonraki sene Mayın bulundurmayan bir gemide yaşanan bir kaza sonucu boğulma tehlikesi atlatmıştı. Olaylar Olaylar...
Üniversiteye başladığım sene babam işten çıkarılmıştı. Bu durum neticesinde gerek üniversiteden gerekse devletten birkaç burs almıştım gereksinim adı altında. Bir de aile bursları vardı. Baba tarafından tanıdığın birisi zamanında İstanbula göçmüş ve zengin olmuş, bizimkiler de bu adamı nasıl bulmuşlarsa, ve nasıl ikna etmişlerse, bu adamdan aylık cüzi de olsa bir burs alırdım. Ve bu bursu elden alabilmek için Eminönüye geçerdim her ay. İçimi İstanbul adına o kadar korkutmuşlardı ki, her gittiğimde cep telefonumu ve cüzdanımı 10 dakikaya bir kontrol ederdim çalınmasın diye.
Hazırlıktaki klüp aktiviteleri çok yormuş olmalı ki, 1. Sene folklor kulübünden ayrılma kararı aldım. Benim gibi düşünenler olduğu gibi devam edenler de oldu. Sonraları Ismaille çok konuştum: keşke ayrilmasaydim dediğim bile oldu. Gerçi İsmail de daha sonraları ayrıldı kulüpten. Aklımın bir tarafında derslere odaklanmak vardı... Aldığım burslar genel not ortalamanın belli bir seviyede kalmasını gerektirdiğinden bir tutuşma havası vardı bende. Her ne kadar üniversite sınavı denen illetin üstesinden gelmiş olsam da, insan o üniversite kendine özgüvenini şıp diye kazanamıyor. İlk sene derslerini birçok bölümle ortak alıyorduk, bu kişiler de sınavda dereceye girmiş kişiler olunca, tutuşmamak elde değil.
Hazırlıktaki odayı (505) bozup yeni oda kurduk. İlk seneki amacımız 2. Erkek yurdunda kalmak oldu, rütbe sebebiyle hazırlık sonrası ögrenciler genelde hisar yurduna geçmek zorunda kalıyorlardı. 2. Erkek yurdu diye neden direttiği bilmiyorum. Kadro: 2 Adanalı, 1 Giresunlu, 1 Tokatlı, 1 Bursalı, ve 1 Bilezikli olarak 2. Erkek yurdunun içeriye bakan odasına yerleştik. 413 numaralı oda. Aslında o dönemki kaldığım oda arkadaşlarımı ve hangi odada kaldığımı çok iyi hatırlamıyorum. 413 olmayabilir. Diğer Adanalı arkadaşın dil sınavı ile sıkıntısı olduğundan, bir süre idare ettikten sonra yönetim başka birini gönderdi - bu kısım da karışık kırıntılarımda. Hijyen konusunda sıkıntıları olan bir oda arkadaşımız oldu, uğraşlar sonunda o çocuğu başka odaya transfer edebilmiştik. Acaba ondan sonra mı Abhaz bir arkadaş kadroya katıldı... ? Aksi takdirde nasıl olurda bu Abhaz arkadaş ile tanışmış olabiliriz? İlk seneye dair hiçbir şey hatırlamıyorum doğru düzgün... Belki de o sene Eminonunden aldığım bursunu karşılığı olarak burs veren adamın çocuğuna matematik dersi vermeye başladım Erenkoyde (bu semti bulacağım diye google map'e baktım ya la, çok acı)... O sene odada BBG evine döndü. Demet Akalının Giderli Şarkıları ne kadar da uyardı o seneye... Neyse o sene Bileceksin odadan ayrıldı... Başka kimse ayrıldı mı odadan? Yerine kim geldi? Hangi odaya geçtik üniversite ikinci sınıfta? Acaba 2. Sene aynen devam mı ettik? Sanki hiç yaşamamışım gibi... Herhalde derslere o kadar odaklandım ki, ötesini unuttum... Genel not ortalamam ikinci sınıfın sonunda 3.22yi gördü. Başkaları için önemli değildir bu ama ben kendi rekorumu kırdım o sene... Lisans Üstünü saymazsak ortalamam 3.20yi bir daha görmedi...
İkinci erkek yurdu, hani şu kız yurduyla birleştirildiğinde bir kare oluşturan kuşbakışı... Her kattaki çalışma odası, hem kızların hem erkeklerin, bu ordadaki boşluğa bakan... Duymuştuk ki, bu aradaki kare bir şekilde aradaki aşkları meşkleri katmerlemiş, hormonların tavan yapmasından mutevellit geometrik bir şekilden öte gitmeyen bir aralık olarak var olabilmiş... Yurdun köşesinde bir telefon klübesi vardı, çiftler orada uzun uzun bekler, bakışır ve sonra vedalaşırlardı. Tabi bazıları bakışmadan fazlasını yapardı... Bakınız hormonlar...
Kapanışa doğru son kırıntılar 2. erkek yurduna dair... hani bir valizim vardı siyah, basit mi basit... İşte o valizin altı karlı günlerde adanadan dönerken eskidi arka kapısından yurda girerken... Fırlama bir yurd müdürü vardı adını hatırlamadığım, söylenti şuydu ki adam kapıcılıktan yurt müdürlüğüne yükselmişti... Bu yurtta haftasonları saat 2ye kadar uyuduğumuzu hatırlıyorum. Uyanmak istesek de uykudayken yayılan o yogun oksijensizlik daha da uyuturdu bizi. Yedi uyurlar değildi de altı uyurlar sanki... Ramazanda bu durum dindarlar için bir avantaj olurdu, sahurlar uyanıp iftarda uyananlar :) Bir masa vardı odada kıç kadar, kahvaltı yapardık birkaç kişi, herkesin bir şeyi vardı yine kıç kadar olan buzdolabında, çilek reçelleri, beyaz peynirler, taze ekmekler, yanında sallama çaylar... Damacana su almak için birileri aranır, liste vardı sırayı takip etmek için kim ödedi kim ödemedi diye... Bu uğraş daha sonraları anarşistler tarafından kaldırıldı... Geceleri ayakta olunca acıktır gayri ihtiyari. Yaşasın Doydos o zamanlar, genelde tavuklu ekmek arası sipariş ederdim... Sonra o yurdun kapının önünde kolu kesilmiş bir arkadaşı acile yetiştirdik...
Hazırlık dedik ya, hayata hazırlık nedir peki? Hayat her ne kadar doğumdan ölüme devam eden bir zaman bütünü olsa da, mutluluğun tavan yaptığı zamanlar daha yaşadığımızı bildiğimizden, gerisi hep bir sonraki aşamaya hazırlıktır işte bu yüzden... İnsan, sevmeden önce, aşık olmadan önce yaşar da, aşktan sonra başka bir yaşar...
Beni tanıyan ailenin bilimum insanları gelmişti otogara: bazı kuzenlerim, bazı halalar dayılar, yengeler... 18 yaşına kadar ben de emeği olan herkes oradaydı. Acaba geçiriyorlar mıydı içlerinden, o şehirden kalıcı olarak belki de gittiğimi, o zamanlar? Sonrasında geceye aktım... Kimbilir kaç kere kendimi o tarz bir otobüste buldum kulağımda bir walkman ile... Ne zorlardım uyuyabileyim diye, ama otobüs seyahatı sırasında uyuyabildiğim çok nadirdir. Ertesi günler zombi gibi olurdum. Adanaya döndüğümde gündüz uyumaya çalışırdım. İlk gittiğimde sanırım yanımda liseden bir arkadaşım da vardı. İnerdim otobüsten Esenlerde. Bizi Hisarüstüne götürecek servisi beklerdim. Ama ne güzel olurdu sonra boğazdan aşağı inmek. Hatırlıyorum da ilk gittiğim zamanı üniversiteye: Güney Kapıdan aşağı inerken manzara ne çok etkilemişti. Böylelikle hayatımın 6 yıl sürecek olan yeni bir dönemi başlamış oldu.
İlk sene kaldığımız oda için pek bir seçme ve seçilme hakkı tanınmamıştı. Kalan elemanlardan sadece biri lise arkadaşımdı, onun dışındaki herkes yeni: bir edirneli, bir aydınlı, bir tokatlı, bir hataylı ve iki adanalı. Odanın yarısında güney baskınlığı varmış. Yine de ben dahil hepimiz birbirinden ilginç insanlardık. İlk zamanlar erken yatma diye diretirdim. Benim dışımda herkes yatağa 2den önce konmazdı. Batakla king ile zaman geçerdi. Sonra ben de alıştım geç yatmaya. İlk sene ile ilgili ingilizce ders çalışmaları, klüp denemeleri, üniversiteye alışma dışında pek bir şey hatırlamıyorum. Yurt odamıza tiyatro ve folklör klübünden üyeler gelip tanıtım yapmışlardı. Nedense folklör klübüne yöneldim, sanırım dönem başlangıcındaki gösterileri etkilemişti. Onun dışında nedense İK'ya, Karikatür Klübüne falan da katılmıştım. İK'ya neden katıldığımı hala bilmem. Zaten ilk tanışmadan sonra hiçbir etkinliklerine, genel eğlenceler dışında, katılmadım. Karikatür klübünün ilk senesi idi, o yüzden ben dahil kimse ne yaptığını bilmiyordu. Bu sayede zamanımın çoğunu - extra curricular activities babında - folklör almıştı. İlginçtir liseden birlikte geldiğimiz birçok arkadaş da bu klübün müzik ya da dans birimlerinde boy gösterdi kısa süreli bile olsa... İsmaille de bu klüp sayesinde arkadaş olmuşuzdur daha çok. Acaba hangi restoranlar hala açıktı o zamanlar? 1. Erkek Yurdunun altında bir market gibi bir yer vardı. Zaman içerisinde önce kapandı, sonra food court havası aldı... İşte varolan restoranlara klüp sonrası yemek için giderdik birlikte.
Onun dışında ingilizce dışında bir ders derdimiz yoktu. Sevgili Semra ve Işıl hocalara hürmetlerimi buradan borç bilirim. Semra Hoca bir bahar günü yazdığım ingilizce kompozisyonu olabilecek en alışılmışın dışında eleştirmişti, öyleki eleştirildiğimi bile anlamadım söyleyiş tarzından: "Seni anlıyorum, aslında senin yazının kalitesizliği ingilizcenden çok ne yazacağını bilememenden kaynaklanıyor. Büyük ihtimalle sen türkçe kompozisyon yazarken de zorluk çekiyorsun." İngilizcemin aslında kötü olmamasına mı sevineyim yoksa genel anlamda o zamanlar fikirsel sığlığımamı üzüleyim bilememiştim. Birkaç hafta sonra da böyle giderse hazirandaki sınavda geçebileceğini düşünmediğini söylemişti. Yalan da değildi. Haziranda kalmıştım :) Her nasıl olduysa, yazın yaz okuluna kalmadan kendi kendime çalışarak geçmiştim ağustostaki sınavı kör topal. Şimdi dönüp bakıyorum da bu ingilizce sınavı da bir nevi direksiyon sınavına benziyor. Aslında biliyorsun da heyecandan elin ayağına karışıyor sınav sırasında ;)
O seneden aklımızdan uçmaya meyil etmiş birkaç insan paylaşayım. Esra, kızıl saçlı kendini farklı göstermeye çalışan entellektüel çakması kız. Onunla otobüste bir yerden bir yerlere gittiğimizi hatırlıyorum. Kimbilir nereden nereye? Adem, felsefe bölümünü kazanmış aşırı felsefeden devreleri yanmış bizden sanki yaşça büyük "a beautiful mind" profesörünün felsefeden şaşmış genç hali... Bu ikisi sanki birbirine yazardı okudukları kitaplardan bahsederek. Kesin Oğuz Ataydan bahsediyorlardı... Sofinin Dünyasından bahsetmelerinden daha iyidir. XYY, makine üzerine PhD yapmaya gelmiş Mersinli çocuk. İsmini hatırlamıyorum. Belki de ilk tanıştığım doktora öğrencisidir. Zaten o noktaya kadar doktoranın ne olduğunu bilmiyordum. Belki de bu XYY benim hayatımda bir BUTTERFLY EFFECT yaratmıştır. Bir de XY diye master yapan bir çocuk vardı. İlginç biri. Yağmurlı bir günde şemsiyesiz kal diye biri beddua etmiş olmalı ki dersin birine sırılsıklam tir tir titreyerek girmişti... Bir de XY2 diye bir environmental science'da okuyan bir kızımız vardı, Semra Hocanın favorisi... Yarı dönemde geçmişti bu. Ve tabiki Nusret Mayın Gemisini de unutmamak gerekir. Bu Nusret bir sonraki sene Mayın bulundurmayan bir gemide yaşanan bir kaza sonucu boğulma tehlikesi atlatmıştı. Olaylar Olaylar...
Üniversiteye başladığım sene babam işten çıkarılmıştı. Bu durum neticesinde gerek üniversiteden gerekse devletten birkaç burs almıştım gereksinim adı altında. Bir de aile bursları vardı. Baba tarafından tanıdığın birisi zamanında İstanbula göçmüş ve zengin olmuş, bizimkiler de bu adamı nasıl bulmuşlarsa, ve nasıl ikna etmişlerse, bu adamdan aylık cüzi de olsa bir burs alırdım. Ve bu bursu elden alabilmek için Eminönüye geçerdim her ay. İçimi İstanbul adına o kadar korkutmuşlardı ki, her gittiğimde cep telefonumu ve cüzdanımı 10 dakikaya bir kontrol ederdim çalınmasın diye.
Hazırlıktaki klüp aktiviteleri çok yormuş olmalı ki, 1. Sene folklor kulübünden ayrılma kararı aldım. Benim gibi düşünenler olduğu gibi devam edenler de oldu. Sonraları Ismaille çok konuştum: keşke ayrilmasaydim dediğim bile oldu. Gerçi İsmail de daha sonraları ayrıldı kulüpten. Aklımın bir tarafında derslere odaklanmak vardı... Aldığım burslar genel not ortalamanın belli bir seviyede kalmasını gerektirdiğinden bir tutuşma havası vardı bende. Her ne kadar üniversite sınavı denen illetin üstesinden gelmiş olsam da, insan o üniversite kendine özgüvenini şıp diye kazanamıyor. İlk sene derslerini birçok bölümle ortak alıyorduk, bu kişiler de sınavda dereceye girmiş kişiler olunca, tutuşmamak elde değil.
Hazırlıktaki odayı (505) bozup yeni oda kurduk. İlk seneki amacımız 2. Erkek yurdunda kalmak oldu, rütbe sebebiyle hazırlık sonrası ögrenciler genelde hisar yurduna geçmek zorunda kalıyorlardı. 2. Erkek yurdu diye neden direttiği bilmiyorum. Kadro: 2 Adanalı, 1 Giresunlu, 1 Tokatlı, 1 Bursalı, ve 1 Bilezikli olarak 2. Erkek yurdunun içeriye bakan odasına yerleştik. 413 numaralı oda. Aslında o dönemki kaldığım oda arkadaşlarımı ve hangi odada kaldığımı çok iyi hatırlamıyorum. 413 olmayabilir. Diğer Adanalı arkadaşın dil sınavı ile sıkıntısı olduğundan, bir süre idare ettikten sonra yönetim başka birini gönderdi - bu kısım da karışık kırıntılarımda. Hijyen konusunda sıkıntıları olan bir oda arkadaşımız oldu, uğraşlar sonunda o çocuğu başka odaya transfer edebilmiştik. Acaba ondan sonra mı Abhaz bir arkadaş kadroya katıldı... ? Aksi takdirde nasıl olurda bu Abhaz arkadaş ile tanışmış olabiliriz? İlk seneye dair hiçbir şey hatırlamıyorum doğru düzgün... Belki de o sene Eminonunden aldığım bursunu karşılığı olarak burs veren adamın çocuğuna matematik dersi vermeye başladım Erenkoyde (bu semti bulacağım diye google map'e baktım ya la, çok acı)... O sene odada BBG evine döndü. Demet Akalının Giderli Şarkıları ne kadar da uyardı o seneye... Neyse o sene Bileceksin odadan ayrıldı... Başka kimse ayrıldı mı odadan? Yerine kim geldi? Hangi odaya geçtik üniversite ikinci sınıfta? Acaba 2. Sene aynen devam mı ettik? Sanki hiç yaşamamışım gibi... Herhalde derslere o kadar odaklandım ki, ötesini unuttum... Genel not ortalamam ikinci sınıfın sonunda 3.22yi gördü. Başkaları için önemli değildir bu ama ben kendi rekorumu kırdım o sene... Lisans Üstünü saymazsak ortalamam 3.20yi bir daha görmedi...
İkinci erkek yurdu, hani şu kız yurduyla birleştirildiğinde bir kare oluşturan kuşbakışı... Her kattaki çalışma odası, hem kızların hem erkeklerin, bu ordadaki boşluğa bakan... Duymuştuk ki, bu aradaki kare bir şekilde aradaki aşkları meşkleri katmerlemiş, hormonların tavan yapmasından mutevellit geometrik bir şekilden öte gitmeyen bir aralık olarak var olabilmiş... Yurdun köşesinde bir telefon klübesi vardı, çiftler orada uzun uzun bekler, bakışır ve sonra vedalaşırlardı. Tabi bazıları bakışmadan fazlasını yapardı... Bakınız hormonlar...
Kapanışa doğru son kırıntılar 2. erkek yurduna dair... hani bir valizim vardı siyah, basit mi basit... İşte o valizin altı karlı günlerde adanadan dönerken eskidi arka kapısından yurda girerken... Fırlama bir yurd müdürü vardı adını hatırlamadığım, söylenti şuydu ki adam kapıcılıktan yurt müdürlüğüne yükselmişti... Bu yurtta haftasonları saat 2ye kadar uyuduğumuzu hatırlıyorum. Uyanmak istesek de uykudayken yayılan o yogun oksijensizlik daha da uyuturdu bizi. Yedi uyurlar değildi de altı uyurlar sanki... Ramazanda bu durum dindarlar için bir avantaj olurdu, sahurlar uyanıp iftarda uyananlar :) Bir masa vardı odada kıç kadar, kahvaltı yapardık birkaç kişi, herkesin bir şeyi vardı yine kıç kadar olan buzdolabında, çilek reçelleri, beyaz peynirler, taze ekmekler, yanında sallama çaylar... Damacana su almak için birileri aranır, liste vardı sırayı takip etmek için kim ödedi kim ödemedi diye... Bu uğraş daha sonraları anarşistler tarafından kaldırıldı... Geceleri ayakta olunca acıktır gayri ihtiyari. Yaşasın Doydos o zamanlar, genelde tavuklu ekmek arası sipariş ederdim... Sonra o yurdun kapının önünde kolu kesilmiş bir arkadaşı acile yetiştirdik...
Hazırlık dedik ya, hayata hazırlık nedir peki? Hayat her ne kadar doğumdan ölüme devam eden bir zaman bütünü olsa da, mutluluğun tavan yaptığı zamanlar daha yaşadığımızı bildiğimizden, gerisi hep bir sonraki aşamaya hazırlıktır işte bu yüzden... İnsan, sevmeden önce, aşık olmadan önce yaşar da, aşktan sonra başka bir yaşar...
Yorumlar
Yorum Gönder