Yeni Karamürsel Çıkmazı


Yine bir gün yedi yaşındayım, annem kardeşimle beni sabah bayram alışverişi yapmak için yarım saat yürüme mesafesindeki Yeni Karamürsel mağazasına götürüyor. Bir taraftan kaldırımdaki çizgilere basmamaya çalışıyorum, aynı bahane ile annemden uzaklaşabilmemin en üst limitini test ediyorum: bakalım ne zaman bağıracak? Önce en yakınımızdaki trafik ışıklarına kadar koşup annemin yanına yine koşaraktan döndüm. Bu koşup gelmemi aşağı yukarı 9 dakikada başardığımı sayın. Koşarken çizgilere basmama kabiliyetimi uygulayamadığımdan dolayı, içimdeki o buruklukla, ikinci sefer aynı trafik lambasına hızlı hızlı yürüyerek ama aynı zamanda çizgilere basmadan gidip geldim. Annemi bu sefer 6 dakika sonra yakalamıştım. Ardından annemle birlikte, çizgilere basıp basmamayı sallamayarak, trafik ışıklarına 1 dakikada vardık. Annem bütün bu zaman boyunca saatte 4.5 km hızla yürüdüğüne göre, sizce annem beni hangi arada uyardı, hangi arada dövdü?

Sonrasında hayatımda ilk defa bir süpermarkete girdim: Doğanay Süpermarketi. Bunlar sonradan Şalgam işine girdiler, ya da isim benzerliği. Annemin anlattığına gore, yani annemin yalancısıyım, o kadar şaşırmışım ki, müşterilerin her şeyi para ödemeden sepete attıklarını sanıp, anneme bizim de aynısını yapmamız gerektiğini söylemişim... Sonuçta bakkal kültüründe sepet doldurma diye bir şey yoktu, o noktada şaşırmam ve gözlemlerim sonucu böyle bir çıkarımda bulunmam gayet normal bence...

Küçükken dünyamızda olup biten birçok şey eksik gedik olduğundan çok da sorgulamadan söylenilenin doğru olduğuna inanırdım. Gördüğüm şeyler de açıklaması kolay şeylerdi. Belki yenilikle insan artık her şeyin olabileceği kanaatine varıyor. Süpermarkete girdiğim gün birisi bir anda yok olsaydı markette ilginç bir şekilde, kesin anneme bizim de yok olmaya hakkımız olduğunu ve bu hakkı hemen kullanmamız gerektiğini söylerdim. Neye yarardı yok olmak: sepete doldurduğum onca şeyi de yanıma alıp ödemeden, o marketten tüymeme yarardı belki de... "hadi anne hadi, biz de tüyelim o adam gibi elimizde cipslerle çokomellerle". Çevremde olup biten yeniliklere daha hakim olan annem de bana dönüp "hayir oglum, o parasını ödeyip evine ışınlandı" derdi. Ben de inanırdım. Böylelikle de hayatıma girmiş olurdu ışınlanma gerçeği... Neresini nasılını sorgulamadan inanırdım ışınlanma gerçeğine... Kesin kulağa mantıklı gelebilecek bir açıklaması olurdu daha sonra ben anlamasam da anlamaya çalışmasam da...

Tıpkı önce traş makinemin sonrasında da çantamın, ve çantamla birlikte binlerce hatıramın yok olduğu gibi. İnandırdım kendimi 914 numaralı o evde tuhaf bir şeyler olup bittiğine. Yok olan şeylerin hırsızlık gibi basitçe bir açiklaması olabilirdi. Benim yaşadığımı sandığım şeye benzer bir şekilde, hırsızında önünde aynı olay bir süpermarkette cereyan etmiş, ve bu hırsız kafayı açıklayamadığı ve ismini koyamadığı yıllar önceki ışınlanma olayını takmış, bu takıntıyla hep o yaşta. o zamanda kalmış. Gel zaman git zaman, 2015 yılının üçüncü ayının 23üncü günü, kendini 914 E Brady'nin ilk katında buluvermiş bu adam. İş bu ya, girdiği evin mutfağında dünden kalma kutulanmış bir italyan yemeği, yanında bir çanta, çantada "Sana gül bahçesi vadetmedim" denen kitap, yıllardır biriktirdiği bir sürü yazı, video, resim ve hatıra kırıntısı ne varsa bulunabilecek bir hard drive, ve bu çantanın az ötesinde yanyana istiflenmiş aynı model iki phillips traş makinesi... "o zaman ben de tüyeyim elimde çantayla, italyan yemek ve şu iki traş makinesiyle"...

İlkin sevindim çantanın gitmiş olmasına çünkü yeni bir çanta alabilmek için bir neden arıyordum ne zamandır. Sonra aklıma çantadaki kitap geldi: "sana gül bahçesi vaadetmedim", o kitap da bana bir gül bahçesi vadetmemişti, ki "goriot babanın başına gelen bu zavalının da başına gelmiş oldu" demek isterdim ama goriot baba adanadaki evin bir yerinde hala varlığını koruyor. "Kadermiş demekki o kitabın bitirilimemesi" deyip, sevinmek ve üzülmek arası karışık duygularda dolandım durdum. Sonra başka şeyler geldi o çantada olan. Üzüldüm... İki hafta sonra, yeni evde internetim yokken bir film izleyeyim diye aradığım hard drive'ımı bulamayınca, anladım ki o çantada bir kitap bir kalem ve birkaç şeyden daha fazlası vardı: çok üzüldüm.

O kadar üzüldüm ki, bu üzüntümü bir Türke, bir İngilize ve bir Fransıza anlattım. Türk umursamadı; ışınlanmanın panzehirini bulmuş olan İngiliz, hırsız için yapamasa da, çantayı olduğu gibi ikinci katın oturma odasında, tam da yemek masasının altına geri ışınlandırdı; ve bunu Fransıza anlattı, Fransız da bana... Sonra. "hiçbir şey yoktan var vardan yok edilemez (Thales, milattan önce kim bilir kaçıncı yüzyıl)" cümlesi bütün odada yankılandı.  

Biz o gün hiç Yeni Karamürsele gitmedik, yolumuz oraya denk gelmedi, asla elde edemediğim mavi üzerine beyaz bulutlu defter kitap kapları gibi kaldılar o mağazanın raflarında sarı üstüne beyaz şeritli o bayramlıklar... Çıkmazdı Yeni Karamürsel!

***

Ve Cevap: Zaten koşmaya başladığımda annem uzun mesafe ismimi çığırdı ikaz amaçlı. Hızlı yürümenin sonunda da, sonrasında çizgilere basmama merakımı bırakmamdan da anlaşılacağı gibi, tokadı yapıştırdı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar