Pinot Noir

Pinot Noir, Vitis Vinifera cinsinden yapılan kırmızı şaraba verilen addır. İsim de, çam ve siyahın fransızcasından geliyor efenim. Peki neden Pinot Noir? Çünkü, kendini pinot noir sanan bir şarap içiyorum. Şarap konusunda sadece isimleri ilgimi çeker, ve alırken de özenmem. Ucuz olsun benim olsun. Buranın 'köpek öldüren'i olduğunu düşünüyorum. İsminin Şinanayı hatırlatması da ilgimi çekmesinin sebebi olsa gerek - Şinanayın neden önemli olmasını da başka bir keyzde anlatayım: Pinot (pino diye okunur) noir de pinot noir, hatta pino nor da yavrum pino pino nor, pino pino nor nor pino pino norr... Kaptın di mi? Ordan bakınca öyle görünmüyor değil mi? Burdan baksan halbuki çok farklı... (bana gelen şeyin size komik gelmemesine karşı son çırpınmalarımdır bunlar, böhüüü - bak şimdi de böhüden medet umuyorum). Ve son olarak, keyz fransa da geçiyor!!!


Ben
Bir Fransız Kadın 
Olay, kendini ülke değiştirmenin yanı sıra hayat değiştirmenin hengamesine kaptırmış, stres olmuş, bir insanın müzmin bekar evinden ayrılıp havaalanına gelmesiyle başlıyor. Ne stres yerlerdir hava alanları... Gitmek bir derttir, kendini ifade etmek bir derttir, bagajlar derttir, yediğin yemek derttir, saat farkı derttir, yanına oturan derttir, beklemek derttir... 



Bagaj toplanmıştır, ama çanta çok mu hafiftir yoksa çok mu ağırdır? Ya 30 kiloyu geçerse bagajın ağırlığı... Ve pasaport var bir de... Ya pasaporttaki şahsı karşılarındaki insana benzetmezlerse, ya eldeki vize geçerli de onlara geçersizse... Böyle durumlarda aklıma getirdiğim çözüm yukardaki figür olmuştur - sağdaki değil soldaki! Sempatikliğin arkasına ne kadar saklanırsan saklan, bu sempatikliğe rağmen insanı dumur vaziyetlere sokacak eğilmez bükülmez çelik tencere tabanı karakterli insanlar işlerini yaptıklarını iddia ederler. Ama insanlar işlerini yapıyor kardeşim! Aman tutmayalım insanları, hıh! Pekala bunlar dışında çıkabilecek sorun yoktur. Gidipte internetten aldığın elektronik uçak biletinin başka birine sattığını iddia edecek değiller yaa. Oyle bir sorun yoktur! NAH YOKTUR!

Bir insanı stres eden bir sürü şey varken, kader öyle bir oyun oynar ki, şaşar kalırsın nihayetinde. 200 koltugu olan havayolları şirketi, % 95lik güven aralığına bakıp ve risk alıp 202 bilet satar, ve bu 201inci (ya da 202inci) koltuk bu İnsanı bulur.  Şimdi yukardaki figüre bakın. Ne kadar sempatik değil mi? Yaa bu insana niye böyle piyangolar vurur ki. 

Görevli, sorun olmadığını, boş yer olduğunda uçağa alınacağını söyler. Ve ekler 'kapıya gidiniz, çantalarınız sizi takip edecek!' Şaştım kaldım bir müddet. Çantalarımı orada bırakıp ve biraz yürüdükten sonra arkama dönüp baktım. Çantalar beni takip etmemektedir. Sonra düşündüm, eğer görevli 'çanta sizi takip edecek' dediyse, bir bildiği vardır. 

Ondan sonra ucağa giden kapının önünde beklemeli uzun uzun, buradaki görevli de uçağa alınıp alınmama konusunda şaibeli bilgiler vermez mi... Uçağa büyük ihtimalle binecekmişim, ama uçağa alınmaya da bilirmişim. Ne oluyor Yaa... Binecek miyim binemeyecek miyim? Bu gizem perdesi ne zaman aralanır diye düşünürken, uçağın bir saat rötar yaptığını farkettim. Ne talihsizliktir ki aldığım uçak bileti (ya da başkasına satılan uçak biletim) Paris aktarmalıdır. Bir saat gecikme demek aktarmayı kaçırma demek.


Yerinde endişelenmişim çünkü Paristeki uçağı gerçekten de kaçırdım ve en yakın uçağı ertesi sabaha buldular. Pariste bir gece kalmaya sevinmeli mi sevinmemeli mi? Cep telefonunun şarjının bittiğine mi üzülmeli, Istanbulda bir saattir havalimanında bekleyen çok yakın arkadaşa mı ve ona haber verememeye mi üzülmeli? Ama Pariste bir geceye sevinmeli... Mi acaba?


Parisin uluslararası havalimanına hoş geldiniz efendim. En yakınınızdaki pencereden baktığınızda, gözlerinizi daha da kısarak gördüğünüz şey Eiffel Kulesi --- DEĞİLLL. Hayal görüyorsunuz efendim. O gördüğünüz havaalanına gelmiş olup da parisi gezemeyenlerin heveslerini kursaklarinda bırakmak için yapılmış zıttırıboktan bir maket ya da bir maskottur en fazlaaa. Hahahahahahaaa (*şuh fransız kadın kahkahasıdır*). Kapının önündeki otobüs sadece sizi havaalanından otele götürmek için tasarlanmıştır, sabah da aynı işlevi ters yöne görecektir. Dediğim gibi eiffeli rüyanızda görmek için erkenden uyuyun siz en iyisi mi... Acıkırsan diye elindeki bu kuponu fransanın en ciks restoranında --- DEĞİLLL--- havalimanındaki herhangi bir restoranda kullanabilirsin.


Acıktım. Allahım ne çeşit ne çeşit. Hangi restoranı seçmeli? Sinekli hamburgerci mi --- havaalanında kalmış zavallı yolcuları ağırlamaktan bıkmış tıkışdepiş restoranını mı? Tıkışdepiş restoranına karar kıldım. Gerçektende tıkışdepişsindir orada. Sadece sen değil bir kısım uzuvlarında tıkışdepiş edilmiştir. Senin kıçının nerede bitip, yanındaki fransız kadının (*dikkat! fransız kadın*) kıçının nerede başladığı bilinmez.


Menuyu istedim, ve düz mantık dolayısıyla etli yemeklerin en pahalı ve en doyurucu olduğunu düşünüp eti andıran bir yemek sipariş verdim. Yanında da ne içeyim: Pino Noyr olma mııı? Olu oluuu...


İşte istenilen yemeğin ismi: STEAK TARTAR...
İşte uygulanan mantık: Steak biftek demek... Biftek et demek... Tartar, dişi ve kireci hatırlatır, ikisi de serttir, bu durumda Steak Tartar sert et demek... Ben sert et yer miyim? Eee yerim...


Resimdekine benzer bir tabak iki yanımda oturan birine geldi. Gayri ihtiyari düşünmeye başladım: 'Hangi zihniyet böyle bir şey şipariş verir ki? Aman benimki et, hem de sert et!!!' Önüme gelen tabağın aynısı olduğunu anlayınca sorumu kendi kendime cevaplamış oldum: Cahil ve düz mantık zihniyet, fransız yemeğine fransız zihniyet böyle bir şey isteyebilir. Ve tabakta, bu resimdeki gibi kızarmış patates de yoktu. Ana yemeğin etrafında sadece marul, ve küp küp doğranmış soğan vardı. Yanındaki yemeği gören Pino Noyr bile ağladı halime.




Ama çağre yok, aç kalmaktansa bir dalış yaptım. Önce etten aldım bir parça çatalın ucuna. Ufacık parçayı ağzıma alırken aklımı başka şeylere sevketmeye çalıştım: 'Bugün annem ne yemek yapmıştır acaba, belki de içli köfte, içli içli içli köfteöööööüüüüü...' İçli köfteyi hala sevebilecek miyim diye düşündüm yaa... Birinci denemeden sonra kendimi ikna etmeye zorladığımı hatırlıyorum: 'Belki de o kadar kötü değildir. Belki et pişmiştir yumurta pişmiştir, sadece ileri teknoloji sayesinde pişmemiş görüntüsü verilmiştir'. Buna inanıyor musun? INANIYOR MUSUN? Yandaki fransız teyzeye sorma kararı aldım:


- Aunty, is this raw meat?
- Yes!
- But maybe half-baked (iç ses: please please please!!!)
- No! Totally raw!
- Hmmm [Bu noktada ben için için ağlıyorum bayaaa...]


Teyze bir de yepsini karıştırıp yersem daha güzel olacağını önermez mi... Yaa bırak teyze yaa!!! Karıştırıp, marulla soğanı mundar etmeyim bari.


B planı: Karın şişirme: Marullar soğanlarla birlikte mideme indirdim. Yaşasın OT yemek!!!


Teyzeye sorulan soru, bir dialog başlatmıştır. Ben nereliyim? Nereye gideceğim? Ne iş yapmaktayım? Bu gece nerede kalacağım? Aaaa o da aynı yerde kalacakmış bu gece!!! Fransız teyze muhabbetle birlikte samimiyeti ilerletir ve samimiyetle birlikte başka şeyleri de ilerletir. Pino Noyr ağlamayı bırakıp, bu sefer şaşkın gözlerle bir bana bir Fransız Kadına bakmaya başladı... Bu noktadan sonra bir şeyi düşünmeye başladım: Fransızı nasıl atlatmalı... FRANSIZI NASIL ATLATMALI... Otele geldiğimde, araçtan en erken inip sırra kadem bastım (Bu hikayenin uzuuun versiyonu var-belki başka keyse). Fransız teyzeyi bir daha görmedim. Gece boyunca, içinde Fransız kadının, Steak Tartarın olduğu tuhaf ve bazen ürkünç rüyalar gördüm.


Sabahki uçakla nihayet Türkiye'ye vardım. Uçaktan inip ve bagajlarımı almak için beklemeye başladım. Herkes bagajını buldu --- benim dışımda. E hani bagajlar beni takip edecekti... Bagajlar özgürlüklerini kimbilir hangi havaalanında ilan ettiler, bu başından beri benim suçum galiba. Gerektiği gibi eğitemedim ve yer yer şımarttım bagajlarımı.   

Yorumlar

Popüler Yayınlar