Çok Eskilerden - Yıllar sonra Siddhartha Yorumu
[Türkiyede geçen iki hafta sonrası Türkçe parça paylaşmam kaçınılmazdı... Arabeske boğdum sizi... O 2 hafta hakkında da bir entry olacak - çok yakında]
Alıntı içinde alıntıdır:
Bu entrime biraz muzip, biraz melankolik, biraz gizemle başlamayı öngörmüştüm, ama öngörülenin görüleceği pek de kesin değil - bu da ne demekse? Kahretsin ki muzip yanım kan pompalıyor cayır cayır aorttan - bu da ne demekse? - kahretsin ki nevi şahsına münhasır edebi kişiliğim hazır ol komutta şu saatte - ... (şu solda gördüğün üç nokta ile bile hali hazırda bir geyiğim vardı, ama biraz ciddi olmakta yarar var - duramıyorum, ne yapayım)
Efendim sebebi ziyaretimiz, senin de tahmin ettiğin gibi, henüz bitmiş, dumanı tüten, ve baş ucu kitabı olmayı kesinlikle hak eden romanımız: Siddhartha. Etkisi kaçmadan tez zamanda hislerimi yazıya dökmek istedim. Son zamanlarda okuduğum en güzel kitap desem çok mu abartmış olurum.
Oğul bölümünü çok beğendiğimi bahsetmiştim sana. Erken ötüp halt etmişim, çünkü son birkaç bölüme yaymış sanki yazar bütün güzellikleri romandaki. Hani Bilmem ne eyaletindeki bilmem nere şehrindeki ev arkadaşın - aslında tam emin değilim, belki de bir slav ülkesindeki ev arkadaşın da olabilir :) - Harry Potter'a inanıyorum demişti ya, ben bu kitabı bitirdikten sonra, birisi bana neye inanıyorsun diye soracak olsa, cevabımı "Siddartha'ya inanıyorum" olarak vermeye karar verdim. Gerçi farkındayım ki bu söylemim Siddharta'nın en başından beri savunduğu, düşünce yerine eylem fikriyle çelişiyor. Olsun, ben yine de Siddhartha'ya inanıyorum :)
Oğul'a ve sonraki bölümlerdeki hoşuma giden alıntılarıma başlamadan önce, kitabın sonunda kazandığım histen bahsetmek istiyorum. - Şu yazdığım cümleye ikinci kez baktığımda ben de güldüm yaa. Bu ne ciddiyet, bu ne yaa :) Bahsetmek istiyorum ne demek? Hehe :) Valla sorun hep kelimelerde. Kelimeler hislerimi anlatmakta kifayetsiz kalıyor, o derece... - BİR HUZURLA DOLUYOR İNSAN BU KİTABI BİTİRİNCE. Oh, demek istediğimi dedim azıcık. "Oh be bitti, nasıl bir eziyet buuuu!!!" edasıyla değil tabiki bu huzur. Peki nasıl bir huzur diye soracak olursan, sanırım anlatamayacağım :) ANLATAMIYORUM :)
İkinci defa erken öttüğümü de, Siddhartha'nın kendisini bulduğunu sandığım yerle alakalı olarak fark ettim. Hani benliğini erittiği nokta hayatındaki... Ben, intihar etmeden önce bulduğunu sanmıştım, sen de "nehirle konuşunca" demiştin. Daha sonra nehiri uzun uzadıya dinleyince farkediyormuş. İntihardan vazgeçip uykuya dalması ve uyandığında kendisini bulması basmakalıp bir mesaj gibi gelmiştir. Bana, ölmek ve ölüm teoride güzel görünmüştür. Bu sözümden içimde bir psikopat, bir cani yaşadığı çıkabilirsin ama kastettiğim bu değil tabii ki. Nedense sevdiğim filmlerdeki en can alıcı nokta bekleyen bir karakterin öldüğü andır. Hikaye yavaş yavaş ona doğru ilerler aslında, yanı sıra içinde bir yaratıcılık da vardır, fakat sezdirilmez bu okuyucuya ya da izleyiciye. Şairane olmalıdır son, kurgulu ve biraz da teatral. Tabi dediğim gibi, teoride bu düşüncelerim, pratikte değil :) Allah hepimize gecinden versin kuzum, diyerek bu konuyu kapatıyorum :)
Oğul bölümü çarpıcı, çünkü o bölümde sanırım okuyan hem kendini hem babasını buluyor. Hep bir özgürlük koşuşturması, ben olma, boynuzun kulağı geçme çabası içindeyiz. O bölüm, bütün "fakat baba"larımı hatırlattı. BEN gitmek için doğmuştum zaten, ilerlemeye programlanmıştım. BEN, önce sınırların farkına varmalı, sınırların ötesini hayal ettiğim gibi, o sınırları da aşmalıydım. BEN adım atmalıydım doğduğum şehrin, doğduğum ülkenin, doğduğum kıtanın ötesini görebilmek için. Kesin bilinçsizce yapmışımdır bu yaptıklarımı, fakat bilinçsizce bile olsa, vardı hep hedefler... - yine edebiyat, yine felsefe parçalamalarım :) Fırsatını bulunca dayanamıyorum :)
Gelelim beni çarpan, sarsan, fikirden fikre, duygudan duyguya atlatan alıntılara:
"Günlerce, aylarca bekledi Siddhartha, oğlunun kendisini anlayacağını, gösterdiği sevgiyi kabullenip belki de buna karşılık vereceğini bekleyip durdu." p.117
"Onu zorlamıyor,... ona emirle bir şey yaptırmıyorsun. Biliyorsun çünkü yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür... Peki onu zorlayıp cezalandırmadığını sanmakla yanılmıyor musun acaba? Sevgi bağınla onu bağlamıyor musun?" p.118
"Vasudeva kendisinin önceden düşünmediği bilmediği bir şey söylememişti. Ama bildiği şeyler yapabileceği şeyler değildi, oğluna sevgisi daha güçlüydü bilgisinden, ona karşı şefkati de daha güçlü, onu kaybetme korkusu daha güçlüydü. Şimdiye kadar böylesine gönül verdiği başka bir şey olmuş muydu? Böylesine derinden sevmiş miydi bir başkasını, böylesine kör bir sevgiyle, böylesine acı çekerek, boşu boşuna sevmiş, ama yine de mutlu hissetmiş miydi kendini?" p.120
"Kaçıp giden oğluna karşı beslediği sevgiyi derinden derine hissetti yüreğinde, bir yara gibi hissetti, aynı zamanda içinde debelensin diye bu yaranın kendisine bağışlanmadığını, onun çiçek açıp ışıldaması gerektiğini sezdi.
Yaranın henüz çiçeklenmeyişi, henüz ışıldamayışı üzdü onu. Kaçıp giden oğlunun ardından, çıkıp buralara getiren hedefin yerini boşluk almıştı. mahzun mahzun yere oturdu, yüreğinde bir şeyin ölüp gittiğini duydu, bir boşluk hissetti, önünde bir haz bir amaç göremez oldu." p.125
Bu tarz betimlemelere devam ediliyor sonraki bölümlerde de. Daha çok alıntılanacak yer var, fakat dediğim gibi parçala yapıştır olmuyor. Kesinlikle başucu kitabı olmalı. Bir daha bir daha okuyası geliyor insanın.
Şimdilik bu kadar. Çok yazmışım zaten, şimdiden zamanını aldığım için özür dilerim :) Kitabı düşünecek olursak, az bile yazmışım diyorum. Bir ara biraraya gelip konuşuruz üstüne inşallah. Kitabı da yanımda getiririm, belki okumak istersin bazı bölümleri diye. Kitap başka bir arkadaşın olduğundan karalayamadım yine, ama onun da izni olursa üstüne yatasım var :)
Esen kal :)
22 Temmuz 2013
Yukarıdaki alıntıda ne kadar çok gülen yüz var? Echairdeki bu smiley face alerjisinin başlangıcı bu zamana tekabül ediyormuş demek ki...
NOT: O kitabın üstüne yatıldı... Thanks to someone ;)
Yorumlar
Yorum Gönder