Ders 2031
Herkesi mutlu etmek güç!
Öğretmen olmanın kötü tarafı da bu: ne kadar uğraşırsan uğraş, ne kadar zaman harcarsan harca, herkesin istediğini yerine getirmek bazen çok zor. Bütün dönem boyunca derse geç gelip senden sıkıntı çıkarmamanı bekleyenler, 75 dakikada rahat rahat bitmesini beklediğin sınavı yetersiz deyip 1 saat daha zaman mı isteyenler, 2 kredilik dersin içeriğinin 4 kredilik kadar çok olduğu yönünde eleştirenler, notlarını yeterli bulmayanlar...
Bir de bir söylediğini yanlış anlayanlar var? Öğrencilerden birisi bugün sorunun cevabının farklı olduğunu söyledi, ben de neden öyle olduğunu sordum, ve cevap veremedi... Ardından da "öyle olduğunu hissediyorsun sanırım, bir içgüdü" dedim ki matematikte içgüdü diye bir şey var. Bazı problemlerin çözümünde, hatta ispatlarda sezgiyi kullanırız: intuition and formalism in mathematical proof. Öğrenci, "too funny" deyip kenara çekildi. Tabi olaylar iletişim sırasında olunca, ingilizce de ikinci dil olunca, bunu anlaması ve cevap vermesi biraz zor oluyor. Öğrenci resmen bozuldu, hatta dersin kalan kısmında ya uyuklar gibi yaptı, ya da derse katılmadan izledi... Şimdi böyle bir durumda öğretmen ne yapmalı? En kolayı hiç olmamış gibi davranıp zamana bırakmak ki bunu yaptım, fakat biliyorum ki haftaya ders değerlendirmeleri olacak, kesin canımı okuyacak...
Öğrenci üniversiteye gelse de öğrenci... psikolojide herhangi bir şey değişmiyor. Not odaklı, doğrunun yanlıştan daha değerli olduğu ortamda devam ediyorlar matematiğe... Derste sırf tartışma olsun diye yanlış yapmış olan bir öğrenciyi soruyu nasıl çözdüğünü anlatması için işaret ediyorum, tabi belli bir noktada öğrenci yaptığının doğru olmadığını başkalarının katılımıyla anlıyor... Şu anda devam ettiğimiz projenin en büyük amacı da o: kendi argümanlarını geliştirdikleri gibi başkalarının arğümanlarını da değerlendirmelerini istiyoruz. Gel gör ki, amaç ne kadar tartışma sonucu yanlışları düzeltmek olsa da, yanlış yapan öğrenci yanlışını kabullenip kendini içten içe sosyal bir karşılaştırmaya tabi tutuyor: Ben yanlış yaptım, o doğru, ben kötüyüm o iyi...
Bir de ders başlarında quizlerin üzerinden gidiyoruz. Take home olduğu için tartışmadan sonra topluyorum quizleri... Sorunun birini tüm sınıf yanlış değerlendirmiş, bu tartışma sırasında ortaya çıktı... Hemen ardından beklenen soru geldi: yanlış yaptığımız için puanımız kırılmayacak değil mi!
Bu hafta her sene yapmayı esgeçmediğim bilindik uğraşımı da yerine getirdim: çantamı bir yerde unuttum, ardından da büyük ihtimal çalındı... Aklım neredeydi acaba çantamı unuturken, ne düşünüyordum?
Yıllardır değişmeyen rutin: öncelikle neleri unuttum arkamda acaba. İşte unuttuğumu hatırladığım öbjeler: kışlık mont, ev anahtarı, gözlük, rotring kalem(ler), bilimum çanta, para üstü, restoran go out yemek, flash drivelar... En son da çanta, çanta ile birlikte de kindle, proje datası, öğrenci dosyaları... Geçen sene aynı çanta kaybolmuştu, sonra geri geldi bir şekilde... Allahtan hard driveları evde bırakmışım da onlara bir şey olmadı. Fakat giden kindle'a ve bir hatıra kırıntısına çok üzüldüm... Kindle ikinci kindle'ımdı, karar verdim artık bir daha almayacağım. Hatıra kırıntısını da 2012den beri saklıyordum... Neyse giden o olsun...
Açıkçası proje datasının kaybolmasından da hoca sebebiyle tırsmaktayım. Zaten her şeye biraz tepkisel yaklaşıyor, bunu da duysa ne yapar bilmiyorum. Daha garibi bir şey sakladığım zaman, nedense bir şekilde haberi oluyor... Geçende projenin smart peninin kapağını kaybettim. Röportajlar sırasında nasıl olduysa kayboldu... Olabildiğince hocanın bundan haberdar olmamasını sağladım (dejavu-ben bunu daha önce bu blogda yazdım mı acaba?). Gel gör ki, hoca bir gün ısrarla o kalemi istemesin mi? Kesinlikle ihtiyacı yok, kendisinin ayrı bir kalemi var, benim kalemi neden istediğini anlamadım... Aldı kalemi, çıkardı bir kapak ve ucuna taktı... Sanki hep biliyormuş gibi... Ardından da "bunları kaybetmesen iyi olur, 20 dolar para ödedim buna" dedi. Ben bunu saklamış olduğuma mı bozulayım, yoksa hep biliyor olmasına mı bilemedim. Sanırım kalemin kapağı hep hocadaydı, ve nedense bana söylemedi. Kedi fare oyunu bildiğin... O gururla internete gidip baktım, 20 dolar değil, 5 tanesi 10 dolarmış kapakların. Hoca da bana yalan söylemiş nedense... 4.5 yıllık doktora hayatım boyunca hiçbir hocamdan korkmadım ve çok rahattım iş bakımından, bu hoca şu an resmen o zamanların acısını çıkarıyor benden sanki... Hergün bir kontrol havası içinde geçiyor zaman: Serbay odada mı, yoğun mu, çalışıyor mu, yazıyor çiziyor mu? Ve tabi ki tatil hiç söz konusu bile değil. O konu da ayrı: önce temmuz sonu tatil alıp Türkiyeye gideceğimi söyledi, şimdi "yaz planını bilmem lazım, bir ilerleme olmadan tatil alman doğru değil, 12 aylık anlaşman var, tatilin yok" demesin mi? Ben eşe dosta yazın Türkiyeye gideceğim haberini yaydım, resmen yalan oldu gibi...
Anlamadığım, 12 aylık herhangi bir işyerinde mutlaka izin olur. İlk sene yoktur, ikinci sene 15 gündür, ve bu artarak devam eder. İnsanlar eğitim sektörünün rahat olduğunu söylerler fakat bunu burada deneyimlemiyorum ben. İşten başka bir şeyleri olmayan Amerika mıdır, özel okulda çalışıyor olmam mı, çalıştığım hocanın işten başka bir hayatının olmaması mıdır sebeb bilemiyorum. Belki de iş dünyası hep böyle idi, de ben haberdar olamadım. Eğer gerçek bu ise, emekli olana kadar bu şekilde yaşayacak olmak korkutuyor insanı: tatilsiz, ailesiz... Happy Hour denen bu illetin bile çıkış sebebi bu olmalı. Düşünsene adamlar iş çıkışı kendilerini alkole verebilecekleri bir saat icat etmişler, bu saatlerde içki sayesinde dertler tasalar unutulsun, adına da bu saatin happy hour - mutlu saat densin. İçki içilen anlar bizi ne kadar mutlu eder, günü ne kadar unutturur ki...
Türkiye de azıcık bir şeyler yolunda gitse hiçbir şeyi umursamadan geri dönesim var, fakat orası karıştıkça daha da karışıyor. Bir tarafta muhafazakarlığı kendine perde edinmiş muhteşem ötesi hükümet ve çalışanları - kulaklarımıza gelen haberler bazen o kadar yüz kızartıcı oluyor ki, ağlanacak halimize gülüyorum ve savunulacak bir tarafı da yok olup bitenin, 93. yılında cumhuriyetin 10. yılında söylenen marşına çelişkilerle bakar olmuşuz - diğer tarafta gün geçtikçe karışan ortadoğu... ISIS bir tarafta yeniden hortlayan PKK öteki tarafta...
Neyse, çok uzattım... Eğitimden başlayıp Türkiye politikasına nasıl geldim ben? Anlatılacak daha çok şey var ama zamanımız buraya bunları yazacak kadar geniş değil maalesef...
Bu arada ne kadar mızmızlanmışım ben bu yazıda yahu!!!
Öğretmen olmanın kötü tarafı da bu: ne kadar uğraşırsan uğraş, ne kadar zaman harcarsan harca, herkesin istediğini yerine getirmek bazen çok zor. Bütün dönem boyunca derse geç gelip senden sıkıntı çıkarmamanı bekleyenler, 75 dakikada rahat rahat bitmesini beklediğin sınavı yetersiz deyip 1 saat daha zaman mı isteyenler, 2 kredilik dersin içeriğinin 4 kredilik kadar çok olduğu yönünde eleştirenler, notlarını yeterli bulmayanlar...
Bir de bir söylediğini yanlış anlayanlar var? Öğrencilerden birisi bugün sorunun cevabının farklı olduğunu söyledi, ben de neden öyle olduğunu sordum, ve cevap veremedi... Ardından da "öyle olduğunu hissediyorsun sanırım, bir içgüdü" dedim ki matematikte içgüdü diye bir şey var. Bazı problemlerin çözümünde, hatta ispatlarda sezgiyi kullanırız: intuition and formalism in mathematical proof. Öğrenci, "too funny" deyip kenara çekildi. Tabi olaylar iletişim sırasında olunca, ingilizce de ikinci dil olunca, bunu anlaması ve cevap vermesi biraz zor oluyor. Öğrenci resmen bozuldu, hatta dersin kalan kısmında ya uyuklar gibi yaptı, ya da derse katılmadan izledi... Şimdi böyle bir durumda öğretmen ne yapmalı? En kolayı hiç olmamış gibi davranıp zamana bırakmak ki bunu yaptım, fakat biliyorum ki haftaya ders değerlendirmeleri olacak, kesin canımı okuyacak...
Öğrenci üniversiteye gelse de öğrenci... psikolojide herhangi bir şey değişmiyor. Not odaklı, doğrunun yanlıştan daha değerli olduğu ortamda devam ediyorlar matematiğe... Derste sırf tartışma olsun diye yanlış yapmış olan bir öğrenciyi soruyu nasıl çözdüğünü anlatması için işaret ediyorum, tabi belli bir noktada öğrenci yaptığının doğru olmadığını başkalarının katılımıyla anlıyor... Şu anda devam ettiğimiz projenin en büyük amacı da o: kendi argümanlarını geliştirdikleri gibi başkalarının arğümanlarını da değerlendirmelerini istiyoruz. Gel gör ki, amaç ne kadar tartışma sonucu yanlışları düzeltmek olsa da, yanlış yapan öğrenci yanlışını kabullenip kendini içten içe sosyal bir karşılaştırmaya tabi tutuyor: Ben yanlış yaptım, o doğru, ben kötüyüm o iyi...
Bir de ders başlarında quizlerin üzerinden gidiyoruz. Take home olduğu için tartışmadan sonra topluyorum quizleri... Sorunun birini tüm sınıf yanlış değerlendirmiş, bu tartışma sırasında ortaya çıktı... Hemen ardından beklenen soru geldi: yanlış yaptığımız için puanımız kırılmayacak değil mi!
Bu hafta her sene yapmayı esgeçmediğim bilindik uğraşımı da yerine getirdim: çantamı bir yerde unuttum, ardından da büyük ihtimal çalındı... Aklım neredeydi acaba çantamı unuturken, ne düşünüyordum?
Yıllardır değişmeyen rutin: öncelikle neleri unuttum arkamda acaba. İşte unuttuğumu hatırladığım öbjeler: kışlık mont, ev anahtarı, gözlük, rotring kalem(ler), bilimum çanta, para üstü, restoran go out yemek, flash drivelar... En son da çanta, çanta ile birlikte de kindle, proje datası, öğrenci dosyaları... Geçen sene aynı çanta kaybolmuştu, sonra geri geldi bir şekilde... Allahtan hard driveları evde bırakmışım da onlara bir şey olmadı. Fakat giden kindle'a ve bir hatıra kırıntısına çok üzüldüm... Kindle ikinci kindle'ımdı, karar verdim artık bir daha almayacağım. Hatıra kırıntısını da 2012den beri saklıyordum... Neyse giden o olsun...
Açıkçası proje datasının kaybolmasından da hoca sebebiyle tırsmaktayım. Zaten her şeye biraz tepkisel yaklaşıyor, bunu da duysa ne yapar bilmiyorum. Daha garibi bir şey sakladığım zaman, nedense bir şekilde haberi oluyor... Geçende projenin smart peninin kapağını kaybettim. Röportajlar sırasında nasıl olduysa kayboldu... Olabildiğince hocanın bundan haberdar olmamasını sağladım (dejavu-ben bunu daha önce bu blogda yazdım mı acaba?). Gel gör ki, hoca bir gün ısrarla o kalemi istemesin mi? Kesinlikle ihtiyacı yok, kendisinin ayrı bir kalemi var, benim kalemi neden istediğini anlamadım... Aldı kalemi, çıkardı bir kapak ve ucuna taktı... Sanki hep biliyormuş gibi... Ardından da "bunları kaybetmesen iyi olur, 20 dolar para ödedim buna" dedi. Ben bunu saklamış olduğuma mı bozulayım, yoksa hep biliyor olmasına mı bilemedim. Sanırım kalemin kapağı hep hocadaydı, ve nedense bana söylemedi. Kedi fare oyunu bildiğin... O gururla internete gidip baktım, 20 dolar değil, 5 tanesi 10 dolarmış kapakların. Hoca da bana yalan söylemiş nedense... 4.5 yıllık doktora hayatım boyunca hiçbir hocamdan korkmadım ve çok rahattım iş bakımından, bu hoca şu an resmen o zamanların acısını çıkarıyor benden sanki... Hergün bir kontrol havası içinde geçiyor zaman: Serbay odada mı, yoğun mu, çalışıyor mu, yazıyor çiziyor mu? Ve tabi ki tatil hiç söz konusu bile değil. O konu da ayrı: önce temmuz sonu tatil alıp Türkiyeye gideceğimi söyledi, şimdi "yaz planını bilmem lazım, bir ilerleme olmadan tatil alman doğru değil, 12 aylık anlaşman var, tatilin yok" demesin mi? Ben eşe dosta yazın Türkiyeye gideceğim haberini yaydım, resmen yalan oldu gibi...
Anlamadığım, 12 aylık herhangi bir işyerinde mutlaka izin olur. İlk sene yoktur, ikinci sene 15 gündür, ve bu artarak devam eder. İnsanlar eğitim sektörünün rahat olduğunu söylerler fakat bunu burada deneyimlemiyorum ben. İşten başka bir şeyleri olmayan Amerika mıdır, özel okulda çalışıyor olmam mı, çalıştığım hocanın işten başka bir hayatının olmaması mıdır sebeb bilemiyorum. Belki de iş dünyası hep böyle idi, de ben haberdar olamadım. Eğer gerçek bu ise, emekli olana kadar bu şekilde yaşayacak olmak korkutuyor insanı: tatilsiz, ailesiz... Happy Hour denen bu illetin bile çıkış sebebi bu olmalı. Düşünsene adamlar iş çıkışı kendilerini alkole verebilecekleri bir saat icat etmişler, bu saatlerde içki sayesinde dertler tasalar unutulsun, adına da bu saatin happy hour - mutlu saat densin. İçki içilen anlar bizi ne kadar mutlu eder, günü ne kadar unutturur ki...
Türkiye de azıcık bir şeyler yolunda gitse hiçbir şeyi umursamadan geri dönesim var, fakat orası karıştıkça daha da karışıyor. Bir tarafta muhafazakarlığı kendine perde edinmiş muhteşem ötesi hükümet ve çalışanları - kulaklarımıza gelen haberler bazen o kadar yüz kızartıcı oluyor ki, ağlanacak halimize gülüyorum ve savunulacak bir tarafı da yok olup bitenin, 93. yılında cumhuriyetin 10. yılında söylenen marşına çelişkilerle bakar olmuşuz - diğer tarafta gün geçtikçe karışan ortadoğu... ISIS bir tarafta yeniden hortlayan PKK öteki tarafta...
Neyse, çok uzattım... Eğitimden başlayıp Türkiye politikasına nasıl geldim ben? Anlatılacak daha çok şey var ama zamanımız buraya bunları yazacak kadar geniş değil maalesef...
Bu arada ne kadar mızmızlanmışım ben bu yazıda yahu!!!
Yorumlar
Yorum Gönder